AKP 12 Eylül sevdasından vazgeçmiyor: Tek Tip Giysi uygulaması

OHAL’in başladığı 20 Temmuz 2016’dan beri yaşamımızı yöneten KHK’ler, doğal olarak dışarıdakiler kadar içeridekileri de etkiliyor. Birkaç gün önce çıkan 696 sayılı yeni KHK cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerle ilgili bazı maddeler de içermekte.

Cezaevlerindeki yaşam özellikle siyasi nedenlerle suçlananlar için hep zor olmuştur. “Siyasal suç” kavramının kendisi bile sorunlu iken, günümüzde F tiplerinin yaşama geçirilmesiyle daha da yaygınlaşan baskı ve kısıtlamalar cezaevi günlerini katlanılmaz bir hale getirmektedir. Neredeyse her gün çeşitli haksız uygulamalar bazı muhalif gazete ve TV kanallarına taşınmaktadır. Yukarıda değinilen KHK ile bunlara bir yenisi daha eklenmekte ve Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar nedeniyle tutuklu veya hükümlü bulunanların cezaevi dışına çıkarıldıklarında bu kurumca kendilerine verilen giysileri giymek zorunda oldukları belirtilmektedir. Yine bu bağlamda, Türk Ceza Yasasının 309 ila 312. maddelerinde belirtilen suçlardan tutuklu ve hükümlü olanların duruşmalara “badem kurusu” renkli, “göğüs ve pantolon bölümü bitişik” giysilerle, maddede gösterilen diğer suçlarla suçlananların ise aynı tür “gri” renkli giysilerle getirilecekleri belirtilmektedir.

Söz konusu uygulama ne ülkemizde ne de dünyada yeni değildir. İngiliz emperyalizmi, Kuzey İrlanda’da inşa ettiği “H Blokları” adlı özel hapishanelerde tuttuğu IRA (İrlanda Kurtuluş Ordusu) tutuklularının siyasi statülerini Thatcher döneminde kaldırmış ve tek tip elbise dayatmasını getirmiştir. Tek tip elbiseyi giymeyi reddederek battaniyelerine sarındıkları için “Battaniye Adamlar” diye anılan IRA mahkûmları 1981’de bu dayatmaya karşı girdikleri ölüm orucunda Bobby Sands ve birçok IRA militanını yitirmişlerdir. “Yaşlı” emperyalist İngiltere’nin başlattığı ve dünyaya yaydığı tek tip cezaevi giyimi baskısını günümüzde “genç” emperyalist ABD uygulamaktadır. İngiltere’nin ve diğer ülkelerin daha sonraki yıllarda vazgeçtikleri bu uygulamanın en iyi örneği, ABD’nin 11 Eylül olaylarını bahane ederek yaşama geçirdiği Guantanamo’dur. Tek tip giysi zorlamasının Türkiye’deki ilk örneği ise 12 Eylül’de Mamak, Metris ve Diyarbakır cezaevlerinde başlatılmış ama büyük bir direniş sonunda siyasal iktidar geri adım atmak zorunda kalmıştır.

Uluslararası sözleşmelerde bu uygulamaya olumsuz bakılmaktadır.

Türkiye’nin de altında imzası bulunan birçok uluslararası sözleşmede onur kırıcı ceza ya da uygulamalar kınanmıştır. Bunlar arasında BM Genel Kurulunca 1984’te kabul edilen ve TBMM'ce onaylanan “İşkence ve öteki zalimane, insanlık dışı ve onur kırıcı davranış ve cezaya karşı sözleşme”, Avrupa Konseyinin karar organı Bakanlar Komitesinin kabul ettiği “Avrupa Cezaevi Kuralları” ve bu belgenin temelini oluşturan “İşkence ve Onur Kırıcı Muamelelerin Önlenmesiyle ilgili Avrupa Sözleşmesi”, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Konseyi Tüzüğü, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi gibi bir çok belge sayılabilir. Örneğin, Avrupa Cezaevleri Kurallarının “Kıyafet ve Yataklar”la ilgili 20. maddesinde “Bu kıyafetler küçültücü ve aşağılayıcı olmamalıdır” ifadesi yer almakta, daha da ileri gidilerek “cezaevi dışına çıkma izni olan mahpuslara, mahpus olduklarını belli edecek kıyafet giyme zorunluluğu getirilmemelidir” denilmektedir. Bu kuralların hukuksal yaptırımı olmamakla birlikte Avrupa’da mahkeme kararlarında oldukça etkili oldukları görülmektedir.

Şunu açıkça belirtmek gerekir. Yukarıda değinilen sözleşme hükümleri, günümüzde olduğu gibi, özellikle cunta dönemlerinde, yasalarımız açısından bağlayıcı olsalar da uygulanmamışlardır. Bu nedenle, AKP iktidarında 12 Eylül’ün yaşandığına dair savların en sağlam dayanaklarından birisi budur.

AKP iktidarı bu çıkışlarla neyi hedeflemektedir?

Bir hafta önce, Taha Akyol’un CNN’deki programına katılan bayan danışmanın, tutukluların mahcubiyet duymamaları ve şık giyinmelerine dair yaptığı vurgular, siyasal iktidarın olayı yasal bir gerekliliğin ötesinde bir kızgınlık, intikam, baskılama ve daha da ötesinde bir cezalandırma niyetiyle ele aldığını göstermektedir. 12 Eylül uygulamalarının da, kişiliği ezmeye, onur kırmaya ve bir bakıma cezaevlerindeki siyasi tutukluları teslim almaya ve ek bir ceza uygulamaya yönelik oldukları belleklerdedir.

Siyasal iktidarın diğer amacı, kamuoyunda ve mahkemede karar öncesi bir suçluluk algısı yaratmaktır. Dünyada açlık grevleriyle somutlanan direnişlerin eşlik ettiği tek tip giysi uygulamalarının, kamuoyunun yanı sıra mahkemeleri de önemli ölçüde etkilediği saptanmıştır. Konuya ilişkin açıklama yapan hukukçuların masumiyet karinesine sürekli olarak vurgu yapmalarının nedeni budur.

Son olarak şu söylenebilir. İslamcı bir yapılanmayı hedeflemiş olan bir sermaye iktidarı olan AKP’nin sınıfsal fıtratı, bu ve benzeri uygulamaların temel nedenidir.

Bu uygulamanın daha önce de olduğu gibi özellikle sol siyasi tutuklular arasında ciddi bir huzursuzluk ve direniş doğurduğunu geçmiş deneyimlerde yaşadık. AKP iktidarının bunun farkında olmadığını ve doğacak sonuçları hesap etmediğini düşünmek safdillik olur. Ne var ki, aynı iktidarın birçok konuda yaptığı çıkışlarla önce nabız yokladığı ve kamuoyu tepkisinin güçlü olduğu durumlarda geri çekilerek uygun zamanı beklediği de bir gerçektir. O halde büyük gözaltı içinde tutulan “dışarıdakiler”in söz konusu KHK’nin geri çekilmesi için ellerinden geleni yapmaları acil bir görev olarak önümüzde durmaktadır.

ABD eski Dışişleri bakan yardımcılarından William Rogers bile, Bush dönemi Guantanamo uygulamaları hakkında “Bu dönem, McCarthizmden sonra tarihimizdeki en karanlık dönemlerden birisidir. Aynı keyfî ve baskıcı yöntemler kullanılmaktadır” nitelemesini yapmak zorunda kalmıştır.

Öncülleri 12 Eylül ve 12 Mart gibi, AKP iktidarı da bizim tarihimizin en karanlık dönemleri arasında sayılacak ve er ya da geç tarihin kimsenin okumak zahmetine bile katlanmayacağı tozlu sayfaları arasına karışacaktır.