ABD Raporu: Yeni bir ince ayar

İki eski Amerikan büyükelçisi, Edelman ve Abramowitz, ABD yönetimlerinin emperyalist politikalarına ideolojik destek sağlayan kuruluşlardan “Bipartisan Politika Merkezi” için bir Türkiye raporu yazmışlar. Rapor, AKP iktidarının ve özellikle de Başbakan Erdoğan’ın on yıllık performansını emperyalizmin bölge çıkarları ölçütüne vurarak mercek altına alıyor ve Türkiye, ABD ve Ortadoğu ilişkilerini ayrıntılı bir biçimde irdeliyor. Köşemin sınırları çerçevesinde bazı noktalara değinmek istiyorum.

Bu tür kuruluşların analizlerinin genellikle ABD yönetimlerinin eğilimlerini yansıttığını düşündüğüm için, yer yer “rapor” yerine “ABD” ifadesini kullandım.

ABD, Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’nin (GOKAP) önünü açabilmek için salt Sünni merkezli bir politika izlemekten vazgeçmiş ve makas değiştirmiş görünüyor. Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarının devrilmesi, bu yeni yaklaşımın bir işareti olarak algılanabilir. Yine bu çerçevede, Irak’ın bölünmesiyle ortaya çıkacak mezhep karmaşasının bölgesel çıkarlarına uymadığını düşündüğü için, Suriye ve İran’a yakınlığına rağmen Maliki hükümetini destekliyor. Aynı nedenlerle, Suriye’de, mezhepsel bir ayrışmaya ve Esat sonrası iktidara taşınması muhtemel olan cihatçı gruplara karşı çıkıyor. Rusya ile “siyasi” çözüm arayışlarının bir nedeni bu. Tam da bu noktada, “güçlü ve işbirliği yapabileceği” bir ortağa ihtiyacı olduğu bir dönemde, Türkiye’nin bu rolü yerine getirme yeteneğinin azaldığı kanısında. Nedenlerden birisi, AKP’nin, Sünni “mezhepçi” politikaları dolayısıyla Suriye ve Mısır dahil tüm bölgede raporun diliyle “ideolojik kardeşleri”ni yani Müslüman Kardeşler’i ve cihatçı grupları desteklemesi. Bir diğeri, Haziran Direnişiyle AKP’nin meşruiyetinin sorgulanır hale gelmesi ve ülkedeki ekonomik ve siyasal istikrarın zayıflaması. ABD bu durumun ilerde büyük patlamalara ve istikrarsızlığa yol açabileceği kanısında. Bu çerçevede, Erdoğan’ın “otoriter ve mağrur” üslubunun toplumun kutuplaşması ve istikrarın bozulmasında önemli bir etken olduğunu düşünmekte.

ABD, çıkarları açısından, Türkiye’nin yerini alacak, raporun diliyle “yapıcı” bir rol üstlenecek bir başka ülke olmadığı için bozulan ilişkileri onarmak niyetinde. Bunu ise “Türkiye’nin iç istikrarına ve demokratik sürecine” odaklanarak yapmayı düşünüyor. Yine rapora ya da ABD’ye göre, Türkiye’nin bölgedeki “etkinliğine” yeniden kavuşabilmesi ancak böyle mümkün olacak. Açıkçası, Türkiye’yi bölgesel çıkarları için kullanabilmesinin yolu içişlerimize daha çok karışmaktan geçiyor. 1930’lardan başlayarak özellikle de NATO üyeliği sonrasında “milli” politikamızın NATO politikasına yedeklendiğini anımsayacak olursak vay halimize diye düşünmekten kendini alamıyor insan.

ABD’nin bu yeni eylem(!) planında, hükümetin “azınlık hakları”, “politik özgürlükler”, “demokratikleşme” konusunda atacağı her ileri adımın alkışlanması, her geri adımın ise eleştirilmesi öneriliyor. Daha ilginci, Amerikan görevlilerinin sivil toplumun geniş kesimleriyle yani azınlıklar, gençlik ve “tüm” siyasal partilerle ilişki kurmalarının bir zorunluluk olduğu görüşü. Yakında bay Ricciardone sosyalist partilerin kapısını çalarsa kimse şaşırmasın!

Dış politikada, GOKAP kapsamında ABD’nin Türkiye’yle ilgili büyük beklentilerden vazgeçmesi ve dört başlığa odaklanması önerilmekte. Bu başlıklar, Türkiye’nin Suriye’de ılımlı muhalif kesimleri desteklemesi ve Irak konusunda ABD ile ortak tutum alması için çaba gösterilmesi, İsrail ile yeniden ilişki kurmaya ve Kıbrıs’ta yeniden diyaloga girmeye zorlanması. Başımıza örülmek istenen yeni bir başka çorap ise, bu yazının sınırlarını aşan bir olay olan Türkiye’nin Atlantik ötesi serbest ticarete dahil edilmesi talebi. AKP’yi iktidarda tutması karşılığında, ABD/AKP arasında, sonuçları açısından bağımlılığımızı daha da artıracak büyük bir pazarlığın hazırlıkları görünüyor ufukta.

Erdoğan’a ilişkin yorumlardan anlaşılacağı gibi, ABD’nin, tercihini, “etkin bir İslamcı grup olan Gülen Hareketinin temsilcisi” olarak gördüğü Gül’den yana kullandığı anlaşılıyor. Erdoğan’ın bir anlaşmazlığı önlemek için başbakan kalmayı yeğleyebileceği ama bir seçim zaferinin “kesinlikle” garanti olmadığı vurgusuyla aba altından sopa gösteriliyor.

Rapora ilişkin basında çıkan değerlendirmelerin tümü, artık ABD’nin gereksinimlerine yanıt veremeyecek olan AKP’nin üzerinin çizildiği yönünde. Bence Sam Amca henüz son kararını vermiş değil.

Son birkaç söz…

Söylem o kadar ağır ve aşağılayıcı ki okurken tüyleriniz diken diken oluyor. Burjuva siyasetinin pisliğinden iğrenmekle kalmıyor, bu onursuzluğun baş mimarları olan sermaye sınıflarına ve işbirlikçi iktidarlara isyan ediyorsunuz.

Ve insanlık onurunu, eşit ve özgür bir dünyanın kurulmasını hedefleyen “tam bağımsız Türkiye” için sosyalistlerin ve demokratların yıllardır verdikleri mücadeleyi bir kez daha tüm inancınızla kucaklıyor ve alkışlıyorsunuz.