ABD raporu ve ‘Marx’

“Turuncu” devrimlerin mimarlarından Soros’un Marx ilgisini tarihçi Hobsbawm sayesinde öğrenmiştim. Bipartisan Politika Merkezi’nin yayınladığı yerel seçimlere ilişkin yeni raporda, Gülen-AKP ilişkisine değinen yazarların kullandıkları alt-üst yapı metaforu, ABD “düşünce” kuruluşlarının da Marksist eğitimden (!) geçtiğini gösteriyor.

Bir kaç noktayı paylaşmak istiyorum.

İlk göze çarpan, Erdoğan’ın izlediği politik çizgiyle ABD’nin bölgesel çıkarları arasındaki açının derin ve geri döndürülemez bir noktada oluşu. “İslâmcı ve otoriter” AKP yönetiminin ABD-Türkiye ittifakı için büyük risk oluşturduğu iddia edilmekte. Soğuk Savaş döneminden bu yana, ABD’nin, çıkarları için Erdoğan ve benzeri İslâmcı hareketleri her yönden desteklediği düşünüldüğünde, Erdoğan’ın İslamcılığı ve otoriterliğinden rahatsız olan bir ABD imajı bana gerçekçi gelmedi. Zaten birkaç cümle sonra, ABD’nin Suriye politikalarının yaşama geçirilmesinde Türkiye’yi kullanma çabalarının başarısızlıkla sonuçlandığı, Türkiye’nin, Orta Doğu, Kafkaslar ve Balkanlardaki “karmaşık çatışma bölgeleri” ile başa çıkabilecek kararlı bir müttefik olmaktan çıktığı, iç sorunlarla boğuşan bir Türkiye’nin çevre ülkelere istikrar getirmek bir yana “Amerikan politika yapımcıları için bir sorun” haline geldiği belirtiliyor.

Genişletilmiş NATO projesiyle bölgeyi kana boğan ve varlığı bölge için bir sorun olan ABD’nin istikrardan söz etmesinin açıklanabilir yanı yok. Ne ki, “İslamcı”lık vurgusunu izleyen yorum ve THY ile Nijerya’ya, tırlarla Suriye’ye silah taşınması ve benzeri haberler birlikte düşünülecek olursa şöyle bir okuma yapılabilir: İktidardan oyla uzaklaştırılması şimdilik pek mümkün görünmeyen ve yolsuzluk yargılamalarından da kendini sıyırabilecek olan Erdoğan, işlediği savaş suçları ortaya dökülerek uluslararası bir yargılamanın öznesi haline getirilmek isteniyor. Yine ironik olan, geçmişin ve günümüzün baş katliamcısı ve yargılanması gereken ilk savaş suçlusu ABD’nin, Erdoğan’ı aynı suçtan mahkûm ettirme çabası!

Bir başka nokta, Kürt Ulusal Hareketi (KUH) ve PKK’nin Erdoğan’a verdiği desteğin “kirli” bir ittifak olarak nitelenmesi. “Gülen/Erdoğan çatışmasında AKP’nin arkasında duran” KUH’ nin, Öcalan’ın serbest kalması ve bazı siyasi beklentiler nedeniyle gelecek günlerde de Erdoğan’ın yanında yer alacağı belirtilmekte. Yazarlar, Kürtlerin, yerel ve genel seçimlerde, seçilebilecek Kürt adaylara oy vereceklerini ama bu adayların olmadığı ya da seçimi kazanamayacakları durumlarda örneğin Kürtlerin azınlıkta olduğu illerde oyların AKP’ye gideceğini, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise büyük olasılıkla AKP’li adayın destekleneceğini iddia ediyorlar.

Orduya ilişkin bölüm ise, bugün içine düştükleri durumda emperyalizmin büyük payı olan Ukrayna ve Mısır’ı düşündürüyor. Erdoğan’ın Gülen’e karşı ordu ile bir ittifak arayışında olduğu, oysa albayların yüzde 10’nun, binbaşıların ise yüzde 40’ının Gülenci olduğu belirtilen raporda, sıkıştırılan Gülen’in 1960 darbesine benzer bir girişimde bulunup bulunmayacağı sorusunun bugün itibariyle yanıtlanamayacağı ama yanıtın, Türkiye’nin geleceği açısından önem taşıdığı belirtiliyor. Ve ülkedeki iç çatışmaların, askerin bir biçimde iç sorunlar üzerinde yeniden hak iddia edebileceği koşulları yarattığı da iddia ediliyor.

30 Mart seçimlerinde büyük değişimlerin beklenmemesi, Gezi ve yolsuzluk olaylarının başbakanın cumhurbaşkanlığı hayallerini yok ettiği, Erdoğan’ın yargılanmamak için başbakan kalmayı tercih edebileceği, ancak AKP’nin büyük oy kaybına uğraması durumunda koşulların değişebileceği gibi bildik şeylerin dışında ilginç olan, yeniden cumhurbaşkanı seçilebilecek Gül’ün, orta yolcu tutumu nedeniyle, olası AKP liderliğinin suya düştüğüne dair saptama. CHP ve MHP’nin ortak bir adayda anlaşarak cumhurbaşkanlığını alabilecekleri, İlker Başbuğ’un da aday olabileceği belirtilen rapor, ABD’nin, her zamanki gibi seçeneklerini çoğaltmak niyetinde olduğunu göstermekte.

GEZİ bölümünde, bu isyanın Erdoğan’ın karizmasının çizilmesinde çok önemli rol oynadığı ama örgütlenmedeki başarısızlığı nedeniyle söndüğü, gelecek günlerin ise büyük kargaşalara gebe olduğu vurgulanmakta.

Buna dair bir kısacık yorumla bitirelim:

Gezi henüz bir örgütten yoksun ama Gezi’yi örgütlemek sosyalistlerin görevi, onların boynunun borcu. Ve bu er ya da geç gerçekleşmek zorunda. Ardından gelecek bir emekçi cumhuriyetinde ise, ülke siyasetindeki tek etkili güç, onu kuran emekçi halk olacak. O zaman ortada ne “düşünce” kuruluşlarının yardımıyla Türkiye’yi inceleyip yönlendirmeye çalışan ABD, ne halıların altına süpürülüp ihtiyaç halinde çıkarılan ABD işbirlikçileri, ne NATO, ne ikili anlaşmalar ne de askeri üsler kalacak.

ABD de, bu yüzden, kendine sadık ama yıpranmamış taze adaylar aramıyor mu?