12 Eylül’ü direnişle anmak ‘Aydınlar Dilekçesi’

“Gece susar, evren karanlığından

Sızar ışık

Tan konuşur.

***

Su susar bataklıkta

Baharda sel sel ve dağda

Çağlayan, çağlayan konuşur.

***

Halk susar

Ozan konuşur” (Tahsin Saraç’ın savunmasından).

Yaşamakta olduğumuz tüm kötülüklerin büyük ölçüde 12 Mart’ı izleyen 12 Eylül askeri cuntası dönemindeki uygulamalardan kaynaklandığı rahatlıkla söylenebilir. Cunta yönetimi, 24 Ocak kararlarının yaşama geçirilmesi için, iç ve dış sermaye sınıflarının has temsilcisi Turgut Özal’ın doğrudan müdahalesiyle  iyi bir mıntıka temizliği yaptı.  O günden bugüne,  sermaye sınıflarının cepleri doldu taştı. Yüzlerindeki gülümseme ise hiç silinmedi.

Diğerlerinin ödedikleri bedel çok ağır oldu. Çoğunluğu sosyalist, komünist ve demokratlardan oluşan en büyük kıyımlardan birisine tanıklık etti Türkiye tarihi. Asılan, işkencede yaşamını yitiren, gözaltına alınan ve gözaltında kaybedilenler, hakkında kovuşturma yürütülen, fişlenen  insan sayısını anlatmak için onbinli sayılar yeterli olmadı.  Milyonları kullanmak  gerekti.

Evren’in ölümüyle bu vahşet bir kez daha gündeme taşınıyor ama cuntaya karşı verilen mücadeleler, örneğin en önemli direniş eylemlerinden birisi olan “Aydınlar Dilekçesi’  olayı hemen hemen hiç dile gelmiyor.

Aziz Nesin’in öncülüğündeki eylemde, 1383 aydın, sanatçı, bilim insanı, avukat, öğretmen, üniversite öğretim üyesi, yayınevi sahibi, yazar ve çeşitli meslek mensuplarına ait kişiler, çağdaş, demokratik ilkeler ve insan haklarına ilişkin önerilerini ‘Aydınlar Dilekçesi’ adı altında topladılar. Aziz Nesin, Hüsnü Göksel, Halit Çelenk, Emin Değer, Uğur Mumcu, Şerafettin Turan, İlhan Selçuk, İlhan Tekeli, Yakup Kepenek, Bahri Savcı, Mahmut Tali Öngören, Haluk Gerger, Erbil Tuşalp, Murat Belge, Mete Tuncay ve Yalçın Küçük’ ten oluşan Yazmanlar Kurulu’nun hazırladığı dilekçede, 81 Cunta Anayasası’nın, düşünce, örgütlenme ve basın özgürlüğü, yaşam hakkı, üniversite özerkliği, yargı kararı olmaksızın yurttaşların haklarının kısılması, tek yanlı işlemlerle suç oluşturulması başta olmak üzere insan haklarına getirdiği tüm kısıtlamalar kıyasıya eleştiriliyordu. Bunun yanı sıra, işkencenin ortadan kaldırılması, kapsamlı bir genel af çıkarılması ve davaların hızla sonuçlandırılması talep ediliyordu. 5 Mart 1984’de Ankara Altındağ 1. Noterliğine teslim edilen dilekçe, Aziz Nesin, Fehmi Yavuz, Bahri Savcı, Hüsnü Göksel, Bilgesu Erenus ve Eşin Afşar tarafından Cumhurbaşkanlığına ve TBMM’ye iletildi. İmzacılar 1981 Anayasası’nın 47. maddesindeki dilekçe verme hakkını kullanıyorlardı.

Evren çok kızmıştı.

Sorgular başlamadan yargıya müdahale etti ve sanıkları “vatan hainliği” ile suçladı. Manisa konuşmasında ‘Kefil olduğum Anayasanın orasından burasından delik açtırtmam… Biz çok aydınlar gördük. Vatan hainliği yaptılar. Bazı şairler vardı, yurt dışına kaçtılar. O aydın değil miydi? Ne yapayım ben böyle aydını? … Son padişah Vahdettin de aydındı ama memleketi düşmana teslim etti ‘ diye haykırıyordu.

Özal ise, Reuter muhabirinin sorununa verdiği karşılıkta, dilekçeden bazı pasajları okuyor ve “Bu dilekçe verilebildiğine ve Başbakan da bundan bahsedebildiğine göre herhalde Türkiye’de demokrasi yoktur sözü varid [geçerli] değildir” diyordu.

 Dilekçeyi imzalayanlardan 755 kişi hakkında soruşturma açıldı ve Sıkıyönetim Savcılığınca ifadeleri alındı. 59’u hakkında ise 1402 sayılı yasaya muhalefetten dava açıldı. Dava açılanlar arasında Yazmanlar Kurulu’nun tümü olmak üzere Korkut Boratav,Onat Kutlar, Vedat Türkali, Tahsin Saraç, Mustafa Ekmekçi, Haldun Özen, Vecdi Sayar gibi aydınlar da bulunmaktaydı.

Dilekçeciler, ortak savunmalarında, ülkedeki demokrasinin geleceğinin yargılandığını söyleyerek dilekçedeki taleplerini bir kez daha yinelediler. Bununla da kalmadılar. Sokrates’in savunmasından alıntılar yapmak suretiyle, aydınların ülke sorunlarıyla ilgilenmelerinin ‘geleneksel-tarihsel bir fonksiyonları ve görevleri’ olduğunu ve bu nedenle aydınları suçlamanın özünde toplumu suçlamak ve aydınları susturmanın ise toplumu susturmak anlamına geldiğini vurgulayarak Evren’i de yanıtladılar.

Kişisel savunmalar da cesurdu. Kimse geri adım atmadı. Tahsin Saraç ‘Yurdumu en aşağı devlet başkanı Kenan Evren kadar sevdiğim için bu dilekçeyi imzaladım’ diye meydan okuyor,  Aziz Nesin ‘Türkiye, tarihinin en kültür düzeyi düşük yöneticilerinin elinde, rüşvetin, haracın, ekonomik dalavere ve kargaşanın da en yüksek orana vardığı bir çağı yaşamaktadır’ diyordu. Halit Çelenk ise, ‘hukuk’un, sınıflı toplumlarda, egemenlerin iradesinin bir yansıması olarak ortaya çıktığını ve bu iradenin baskı aracı olarak kullanıldığını, görülen davanın öneminin ise savın tutarlılığından değil, dönemin ‘demokrasi’ ve ‘hak ve özgürlükler’ anlayışından kaynaklandığını belirtiyordu. ‘Halkımızın, yılların süzgecinden geçerek gelen demokratik özlem ve dileklerini ve çağdaş bir demokrasinin ilkelerini içeren bu dilekçede suç bulamayanlar… dilekçede yer alan düşüncelerin yargılanmasını istemişlerdir” diye ekliyordu.

Yerli basın genelde konuyu gözardı etmeye çalıştı. Bazı yazarlar ise cuntayı açıkça desteklediler ama yurt dışında kıyamet koptu. Aralarında İngiliz İşçi Partisi başkanı Neil Kinnock, Yunanlı komünist şair Yannis Ritsos, Portekiz eski devlet başkanı Costa Gomes, Avusturya eski başbakanı Bruno Kreisky, Yunanlı müzisyen ve milletvekili Teodorakis, Amerikalı devrimci şarkıcı Pete Seeger, Noam Chomsky, araştırmacı ve düşünür Paul Sweezy, ABD eski adalet bakanı Ramsey Clark’ın da bulunduğu ikibini aşkın kişi dilekçecilere destek verdi.

Dava bir buçuk yıl sürdü ve beraatle sonuçlandı. Mahkeme, sanıkların dilekçe metninde ’Anayasanın tanıdığı hür demokratik düzeni, temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik şiddet eylemlerini teşvik edici’ bir unsur bulamamıştı!  Bu karara rağmen, 12 Eylül’ün üniversiteler ayağındaki uygulayıcısı İhsan Doğramacı başkanlığındaki YÖK’ün, dilekçede imzası bulunan bir çok öğretim üyesi hakkında soruşturma açtığını, bir çoğunu görevden aldığını ya da özlük haklarıyla oynadığını, üyelerinin tümü Evren tarafından belirlenen Üniversiteler Arası Kurul’un ise Aydınlar Dilekçesi’ ni ‘Anayasa ve ülke çıkarlarına ters’ olmakla suçladığını da belirtmeden geçmeyelim.

Ülkenin kararan günlerinde, aydınlar, sanatçılar, avukatlar, işçiler, sendikacılar, ozanlar, yazarlar, doktorlar, öğretmenler, öğretim üyeleri, gençler hiç  beklenmedik zamanlarda tarihin sahnesine çıkarlar. Karanlıkları yırtarak ortalığı ışığa boğarlar.

Bazen Bedrettin’le, bazen Denizlerle, Mahirlerle, İbrahimlerle, Erdallarla, bazen  bir dilekçeyle, bazen ülkenin üzerindeki ölü toprağını silkeleyen ve on milyonların AKP iktidarına karşı “artık yeter!” diyerek ayağa kalktığı Haziran 2013’lerle…

Önemli olan boyun eğmeyenleri, teslim olmayanları unutmamaktır, unutturmamaktır.

Her olanağı değerlendirerek…

Bir caninin ölümünü bile fırsat bilerek…

Sesle, sözle, sazla…

Kalemle kitapla…