Savaş Sarı

Bugün de emekçileri yoksulluk ve sefaletten kurtaracak olan onların sadaka düzeni değil, işçi sınıfının örgütlülüğü ve mücadelesi olacak.

Sosyal devletten yardımsever devlete

Savaş Sarı

2000’li yıllarla birlikte siyasi hayatımızda daha çok yer almaya başladı sadaka veya daha yaygın kullanılan ifadesi ile sosyal yardım kavramı. AKP iktidarı bu kriterin hayatımızda bayağı yaygınlaşmasında başat bir rol oynadı desek yanlış olmaz herhalde. Bu savundukları dinsel görüşün de doğal bir uzantısı. Halka karşı sosyal yükümlülüklerden kurtarılan düzen ihtiyaç sahibi olduğunu düşündüğü yurttaşlara sosyal yardım adı altında desteklerde bulunmaya başladı. Yıllar içerisinde artarak ciddi rakamlara ulaşan sosyal yardımlar, AKP’nin seçmenleri kendisine bağlamasının bir aracı olarak muhalefet tarafından eleştirildi. AKP’nin ihtiyaç sahiplerine dönük sosyal yardım uygulamaları adı altında kurduğu sadaka düzeninin kendi siyasi etkisini sürekli kılmada taşıdığı rol ile bunun toplumsal yaşam ve siyaset alanında yarattığı çürütücü etki başka bir yazının konusu olsun. Düzen muhalefetinin eleştirdiği benzer uygulamaları mal bulmuş mağribi misali yerel yönetimlerde başarının anahtarı olarak pazarlaması da... Konunun patronların yardımseverlikleri ile ilgili boyutuna ise başka bir yazıda değinmiştim.

Bugün daha çok merkezi ve yerel yönetimler üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılan sosyal yardım politikalarının arka planda emekçi halka dönük nasıl şiddetli bir saldırı anlamına geldiğinden bahsetmeye çalışacağım. İzninizle belli veri ve rakamları detaylı olmasına rağmen sizlerle paylaşmak istiyorum öncelikli olarak. 

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın geçtiğimiz Mayıs ayında açıkladığı ve 2024 yılı Nisan ayı sonuna kadar yapılan sosyal yardım rakamlarını içerir bülten sadece devletin ne kadar nüfusa hangi yardımları ve ne kadar yaptığını göstermesi açısından değil, Türkiye’de yardıma muhtaç nüfusun ulaştığı boyutu, daha açık ifade ile yoksullaşmanın ulaştığı düzeyi göstermesi açısından da çarpıcı veriler sunuyor. 

Tablo-1’de 2012 yılında yaklaşık 2 milyon 839 bin haneye yardım yapıldığı belirtilirken bu sayının 2023 yılında neredeyse 5 milyonu bulduğu, 2024 yılının daha ilk dört ayına geldiğimizde ise yaklaşık 4 milyon 236 bin haneye ulaştığı gözleniyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun yine 2024 yılı Mayıs ayında yayınladığı ve 2023 yılına dair bilgileri içerir verilere göre toplam yaklaşık 26 milyon hane olduğu dikkate alınırsa, neredeyse her beş haneden birine devlet tarafından sosyal yardım yapılıyor. 

Tablo 1: Toplam sosyal yardım harcamaları

Hadi diyelim bu sosyal yardımları alanlar içerisinde mükerrer yardım alanlar veya çok özel yardım başlıklarında yardım alanlar var. Sadece aile destek programında yardım alan aileleri dikkate aldığımızda da (Tablo 2) durum çok değişmiyor. 2023 yılında 3 milyon 876 bin 933 hane 42 milyar 244 milyon 47 bin 600 liralık aile destek sosyal yardımı almış görünüyor. Başka türlü ifade edersek 2023 yılında her yedi haneden birinde yaşayan aileler devletten aile destek kapsamında sosyal yardım alıyor.

Tablo 2: Türkiye Aile Destek Programı kapsamında yapılan sosyal yardım harcamaları

Pandemi döneminin hemen sonrasında birçok yerleşimde ailelerin ekonomik durumları iyi olmadığı için okullara öğrencilerin aç geldiği, neredeyse tek öğün ile günü geçirmeye çalıştıklarına dair basında yer alan haberleri herkes hatırlayacaktır. Bu haberlerin de etkisiyle oluşan kamuoyu baskısının sonucunda AKP hükümeti 2023 yılı ile birlikte bazı ilköğretim ve ortaöğretim okullarında öğle yemeği yardımı altında yemek yardımı yapmaya başlamış. 2023 yılı boyunca 589 bin ilköğretim, 427 bin 500 ortaöğretim öğrencisi yararlanmış bu yardımdan ve toplam 4 milyar 200 milyon liralık yemek yardımı yapılmış. 2024 yılının ilk dört ayında ise öğrenci sayısı belirtilmemekle birlikte 1 milyar 985 milyon lira yemek yardımı yapılmış. 

Yerel yönetimlerin, özellikle de CHP’li belediyelerin sosyal yardım adı altında sundukları desteğin kaç yurttaşa ve ne miktarlarda gerçekleştirildiğini tek tek toplama şansım olmadı. Ama ona dair de bir veri sunması açısından 2019 ile 2024 yılları arasında İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı ilk dönemi boyunca benzer kapsamda gerçekleştirdiği uygulamalar için toplam 17 milyar 763 milyon lira sosyal bütçe kullandığını bir not olarak buraya yazmış olayım. İBB 2024 yılı bütçesinde de “kent yoksulluğu ile mücadele ve ‘Adil İstanbul’ vizyonu” adı altında 14 milyar 334 milyon lira kaynak ayırdığını duyurmuş oldu. 

Bakıldığında hem AKP hükümetinin açıkladığı 2023 yılına ait 91,5 milyar liralık sosyal yardım toplam rakamı hem İBB’nin 2024 yılı için bütçesinde öngördüğü 14,5 milyar liraya yakın sosyal yardım rakamları da büyük harcamalar olarak görünmektedir. Ama bakanlığın Türkiye’de aile destek programı kapsamında yardım yaptığı hane sayısını dikkate aldığımızda yapılan yardımlar 2023 yılı için hane başına bin lirayı bulmamaktadır. Aynı şekilde İstanbul’da yardıma ihtiyaç duyan hane sayısını toplam hane sayısının yedide biri saysak ve İBB’nin 2024 bütçesinde öngördüğü tüm yardımların bu hanelere gittiğini varsaysak bile hane başına ancak 1.750 lira yaklaşık yardıma denk düşecektir. Ne bin lira 2023 yılında ne de 1.750 lira 2024 yılında yoksul emekçileri hayat pahalılığı altında ezilmekten kurtaramaz. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi’nin (DİSK AR) açıkladığı güncel rakamlara göre bir hane için açlık sınırı 15 bin lirayı geçmiş, yoksulluk sınırı ise 52 bin liraya dayanmış durumdadır.   

Devletin yurttaşlarının temel ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü olması, sosyal devlet tanımının kendisidir ve ne geçmişte kalmış bir hatalı uygulama ne de sermayedarlar ve onların iktidarlarının emekçi halka sundukları birer lütuftur. İşçi sınıfının dünyada ve ülkemizde 200 yıla yakın süredir verdiği mücadele, s20. Yüzyılda sosyalist ülkelerin varlığının kapitalist dünya üzerinde yarattığı basınç sadece işçiler için değil tüm insanlık ve Türkiye’de de tüm yurttaşlar için pek çok kazanımın temel haklar olarak kabul edilmesini, yasalar haline gelmesini, sosyal devlet tanımının kapitalist düzenlerde bile belli ölçülerde uygulanır hale gelmesini sağladı. Türkiye’de on yıllardır hayata geçirilen piyasacı, gerici ve halk düşmanı politikalar ise bu kazanımların tek tek ortadan kaldırılmasına emekçilerin ağırlaşan bir yoksulluğun altında ezilmesine ve düzenin efendileri tarafından sunulan kırıntılara muhtaç hale gelmesine yol açmış durumda. 

Geldiğimiz yer can acıtıcıdır. Türkiye’de devletin, merkezi ve yerel yönetimlerin asli sorumluluğu tek bir yurttaşının dahi muhtaç duruma düşmesine izin vermemek, bunun için yasal güvenceleri sağlamak ve hayata geçirmektir. Devletin, onun merkezi veya yerel yürütme organlarının yurttaşlarına karşı “muhtaç” tanımı yapması, bunun üzerinden kendi misyonunu yardım etmek olarak tarif etmesi kabul edilemez. Kabul edilemez olmanın da ötesinde günümüzde yaşadığımız siyaset alanına ve topluma aksetmiş olan çürümenin önemli etkenlerinden biri bu durum. 

Geldiğimiz yer 19. yüzyıl başlarında İngiltere’de emekçilerin yaşam koşullarını aktaran edebiyat eserlerini andırmakta. Adeta Charles Dickens’ın romanlarında veya Friedrich Engels’in İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu kitabında tasvir edilen bir sahneyi yaşamaktayız. Ama unutmayalım,19. yüzyıl aynı zamanda işçi sınıfının sömürü ve yoksulluğa karşı sınıflar mücadelesini tırmandırdığı bir çağın açılışı anlamına da geldi. Bugün de emekçileri yoksulluk ve sefaletten kurtaracak olan onların sadaka düzeni değil, işçi sınıfının örgütlülüğü ve mücadelesi olacak.