Başımıza ne geliyorsa iş bilmemekten çok işini bilen sermayedarların, büyük sermaye kuruluşlarının altyapı hizmetlerini kârlı birer iş olarak görmesi ve hayata geçirmesinden kaynaklanıyor.
İzmir cinayeti iş bilmemezlikten mi?
Savaş Sarı
Geçtiğimiz Cuma akşamı İzmir’de herkesi üzen acı bir olay yaşandı. İki yurttaşımızı sokağın ortasında elektrik çarpması sonucu kaybettik.
Sonrasında bir tartışma başladı. Hâlâ devam ediyor. Kentin elektrik dağıtımını sağlamakla yükümlü Gediz Elektrik denilen bir özel şirket ile su şebekesi ve kanalizasyon işlerinden sorumlu İzmir Büyükşehir belediyesi bünyesindeki İZSU arasında ölümlere kimin sebep olduğuna dair bir tartışma. İktidar partisi AKP ile CHP’li İzmir yerel yönetimi de bu tartışmaya dahil olmuş durumdalar. Bu olayda tarafların hepsinin sorumlu olduğu ise açık. Çok öncesinden sokaktaki esnafın ve yurttaşların kaçak olduğuna dair şikayetlerine rağmen gerekli müdahalelerin yapılmaması nedeniyle, "geliyorum" denen bir cinayete dair yürüyor bu tartışma.
Sokakta yer altından geçirilen elektrik hattının olması gereken derinlikten değil yüzeye daha yakın bir mesafeden geçirilmiş olduğu tespit edildi. Yine aynı sokakta yağmur sularının tahliyesi için İZSU tarafından konulan mazgalların bu çekilen elektrik hattının üzerine yerleştirildiği, bu işlem sırasında elektrik hattının izolasyonunda hasar oluştuğu ve mazgalların yerleştiği bölgede elektrik hattı derinliğinin neredeyse yüzey seviyesine çıktığı tespit edildi. Aynı zamanda İZSU’nun mazgalların yerleştirilmesi işlemi sonrası elektrik hattında olası hasara dair Gediz Elektrik şirketine hasar konusunda haber verdiği bilgisi de ortaya çıktı. Elektrik hattında oluşan kaçağın nedeni, bundan haberi olan ve müdahale etmesi gerekenlerin kimler olduğu tartışması muhtemelen bir süre daha devam edecektir. Ama bu yaşanan olay ve sonrasında yürüyen tartışmada ortaya saçılanlar gerçekten şaşkınlık verici. En son Çarşamba günü bir haber sitesinde yer alan Kamu Müteahhitleri ve İş İnsanları Derneği’nden bir yöneticinin demeci de öyleydi. Yetkili yağmur suyu ızgaralarının olduğu her sokakta bu tehlikenin söz konusu olduğundan söz ediyor ve bunun neden böyle olduğunu anlatıyordu. Dikkat edilmesi gerekliliği, denetim ve benzeri gibi ifadeler de kullanmakla birlikte bahsi geçen patron derneği yöneticisinin söyledikleri, her an sokak ortasında ölebilirsiniz anlamına geliyordu.
Salı günü gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı kabine toplantısı sonrasında basına açıklamalarda bulunan Erdoğan da bu konuya değindi ve “İnsan hayatına mâl olan iş bilmezliklere bir dur verilmesi gerekiyor” dedi. CHP’li belediyeleri iş bilmezlikle eleştiren bu demeçte İstanbul, Antalya ve en son İzmir’de yaşanan ölümlü olayları özellikle işaret etti.
İzmir’de iki yurttaş ölmüştü ve sebep iş bilmezlikti.
Erdoğan’ın iş bilmezlik eleştirisi uzun süredir AKP’ye dönük dillendirilen liyakat eleştirisini hatırlattı bana. Öyle ya Türkiye’de halkın başına ne geliyorsa ya işi bilmeyen liyakatsiz yöneticiler nedeniyle ya da ihmal nedeniyle geliyordu. Tabii bir de kader vardı işin içinde. 2023 yılında çalışırken iş cinayeti soncu aramızdan ayrılan 1929 işçi için de, 6 Şubat depreminde kaybettiğimiz onbinlerce yurttaşımız için de aynı şeyleri söylediler hep: İş bilmezlik, ihmal, kader...
Peki işi bilmek, ne demekse bu, yetecek miydi tüm bu felaketlerin önlenmesi için?
Gerçekten o elektrik hattını olması gerekenden daha yüzeye yakın geçiren Gediz denilen şirket ve o işlemi yapanlar işi bilmedikleri için mi öyle yaptılar? Ya da örneğin Tekirdağ'ın Çorlu ilçesinde 2018 yılında meydana gelen ve 7’si çocuk 25 kişinin hayatını kaybettiği, 328 kişinin yaralandığı tren faciasının nedeni TCDD’de tren yolu altyapısının bakım onarım yenileme işini bilen kimsenin olmamasından mı kaynaklanmıştı?
Başımıza gelen tüm bu felaketlerde tek neden iş bilmezlik mi gerçekten?
Özelleştirmelerin başladığı dönemi, o dönem yürüyen tartışmaları hatırlayanlarınız vardır. O dönem devlet kurumlarından, devlet kurumlarının iş bilmez yandaş çalışanlarca işgal edilmiş olmasından ve bu kurumların köhneliği eleştirileri sürekli yapılırdı. Ah bir özelleştirilsin bu kurumlar ve hizmetler, işte o zaman ülke nasıl kalkınacak, kaliteli, düzgün hizmet nasıl olurmuş görecektik hep beraber.
Evet o dönem başladı, işi bilmenin, işi bilenlerin yapmasının hangi koşullarda mümkün olacağının anlatılması. Piyasa her şeyi halledecekti. Asıl işin ehli liyakatli şirketler ve kişiler işlerin başına geçecekti. Yeter ki altyapı yatırımları, eğitim, sağlık ve başka temel bir dizi hizmeti yerine getirecek, devlet işletmelerini alacak holdingler için bu alanlar kârlı ve para kazandıran alanlar haline getirilsin.
Bir kentin altyapısının planlanması, bunun imarı o altyapı hizmetlerinin iç içeliğinin zorunlu kıldığı uyum ve koordinasyon bir yere kadar önemliydi. Öncelik kârlı alanlar halinde bu altyapı hizmetlerinin parçalanmasıydı. Zaten piyasanın kuralları girince işin içine liyakatmış, işin ehli olmakmış hepsi çözülecek en kalitelisinden hizmeti alacaktık. Bir de üstüne bu hizmetler holdingler elinde bir maliyet-kâr cetveli üzerinden planlanır ve hayata geçirilir olunca ülke ciddi bir israftan da kurtulmuş olacaktı.
Uzatmayayım, altyapı hizmetlerinde özelleştirme süreci adım adım ilerledi. Elektrik, su, telefon gibi temel hizmetler zorunlu ama artık pahalı hizmetler haline geldi. Teknolojik gelişmelerin de sonucu olarak hizmetlerin sunum koşulları ve olanaklar iyileşti ama plansızlık ve bu hizmetlere erişimdeki zorluklar azalmadı arttı. Ve en önemlisi İzmir’de iki yurttaşımızın ölümüne yol açan son olayda da ortaya çıktığı gibi kentlerimizin altyapısı neredeyse tamamen plansız ve koordinasyonu da neredeyse imkansız hale geldi.
Tüm bunlar başımıza niye mi geliyor?
Yaşadığımız onca deneyim bize şunu gösteriyor; başımıza ne geliyorsa iş bilmemekten çok işini bilen sermayedarların, büyük sermaye kuruluşlarının altyapı hizmetlerini kârlı birer iş olarak görmesi ve hayata geçirmesinden kaynaklanıyor. Onlar için yurttaşların hayatı en fazla bir maliyet kalemi olarak taşıyorsa bir değer taşıyor.