Şerefli şerefsizler tarihi, devletin, hukukun, çetelerin bu iç içe geçişinin bir arızaya değil, düzenin çıktığı yeni yola işaret etmektedir.
Şerefli şerefsizler tarihi
Orhan Gökdemir
Bekir Çelenk… 1934'te Kilis'te doğdu. Genç yaşında Suriye'den Türkiye'ye kaçakçılık yapmaya başladı. Kaçakçılıktan çok kazandı, kazandıkça işini genişletti. 30’lu yaşlarına yaklaşırken İstanbul’a yerleşip bir nakliye şirketi kurdu. Şirketi üzerinden kaçakçılığa devam etti, artık Avrupa’ya açılmıştı. Yakalandı, hapis cezasına çarptırılınca Almanya’ya kaçtı. Boş durmadı, kamyon şoförlerini maaşa bağladı, Türkiye ve Almanya arasında silah kaçakçılığına başladı. Bulgaristan ile bağlantıyı o ticareti vesilesiyle kurdu. Bulgar makamları devlet şirketi Kintex denetiminde yapılması şartıyla bu tür işlere göz yumuyordu.
1970'te İsviçre'ye yerleşti. 1974 affıyla Türkiye'ye döndükten sonra Hülya Koçyiğit'in kız kardeşi Nilüfer Koçyiğit ile evlendi. O yıllarda Türkiye bir iç savaşın tam ortasındaydı. MİT elemanları kaçakçımıza ulaştı, himaye sözü verdi, cebine kırmızı pasaport koydu. Çelenk pek çok kaçakçı gibi artık bir tür devlet memuruydu. Türkiye’ye taşıdığı silahları iç savaşın her iki tarafına satmakta tereddüt etmiyordu. Ama daha çok ülkücü çeteye yakındı, çünkü devletin yüksek makamlarından öyle talimat almıştı. 12 Eylül Darbesi'nden 9 gün sonra yurtdışına çıktı. İsviçre’de bir saat fabrikasına ortak oldu. Saat fabrikası iflas edince Almanya'da iki gemi satın aldı. Kaçakçılıkta denizlere açılmıştı.
1981'de, Zürih’te, Mehmet Ali Ağca ve Oral Çelik ile buluştu. Buluşmanın konusu Polonyalı Papa Jean Paul’ün vurulması işiydi. Eylem için gereken silah ve parayı Bekir Çelenk sağlayacaktı. Anlaştılar, ülkücüler yola koyuldu. Ancak suikast planladıkları gibi gitmedi, Ağca elinde suikast silahıyla yakalandı. Ağca'nın itirafı üzerine hakkında tutuklama kararı çıkarılan Çelenk, Bulgaristan'a kaçtı. Orada da tutuklanmaktan kurtulamadı, iki yıldan biraz fazla tutuklu kaldı. 1985'te Türkiye'ye iade edildi. Sıkıyönetim mahkemesinde uyuşturucu silah kaçakçılığı yapmaktan yargılanırken bildiklerini anlatmaya karar verdi. Bu kararından kısa süre sonra, mahkemeye çıkamadan, tutukluğu bulunduğu Mamak Askeri Cezaevi'nde kalp krizi sonucu öldü. Kalp krizi, çok bildik bir istihbarat infazı yöntemiydi. Bekir Çelenk Papa Suikastının aslını astarını bilen tek kişiydi. Ölünce bildikleri de onunla birlikte silindi.
***
Henry Arslanyan… İtalya’da yerleşik Ermeni kökenli Suriyeli bir uyuşturucu ve silah kaçakçısıydı. O da yerleşik olduğu ülkenin devletiyle karmaşık ilişkiler kurmuştu. İşini yaparken devlet tarafından himaye ediliyordu, karşılığını devlete hizmet ederek ödüyordu. Bekir Çelenk onun adamlarından biriydi. Böylelikle Türkiye silah ve uyuşturucu piyasasını da kontrol ediyordu.
Bekir Çelenk’in bir eli Çatlı ve Ağca’nın içinde olduğu “ülkücü terör timi”nin üzerindeydi. Onlara sadece silah ve para değil hedef de veriyordu. Düzenin sorunsuz işlemesinin önündeki engeller böyle ortadan kaldırılıyordu. O yıllarda Türk Süper Nato’su ile İtalyan Gladio’su arasında da karmaşık ilişkiler kurulmuştu. Haliyle bu örgütlerin içindeki uyuşturucu ve silah kaçakçıları arasında da bir hiyerarşi vardı. Henry Arslanyan ile Bekir Çelenk’i yan yana getiren asıl etken buydu. İtalyan Gladiosunun kirli işler bakanı Suriyeli Ermeni Henry Arslanyan, Türkiye Süper Nato’sunun kirli işler bakanı Bekir Çelenk’in büyük patronuydu. Ticaretin yönünü ve miktarını o belirliyor, rolleri o dağıtıyordu.
Henry Arslanyan’ın bir eli de silahlı Ermeni örgütü Asala’nın üzerindeydi. ABD, CIA, her boydan Avrupa devletleri ve istihbarat örgütleri Bekir Çelenk aracılığıyla bizim ülkücü terör timini, Henry Arslanyan aracılığıyla da Asala’yı himaye ediyor, yönlendiriyordu. Bizim teröristler arada birbirlerine karşı zararsız eylemler yapıyorlar, o eylemler sayesinde uyuşturucu ve silah kaçakçılığından, tetikçilikten arınıyorlar, saf vatanseverlere dönüşüyorlardı.
İşler yolunda giderken İtalya’da P-2 Mason Locası Skandalı patlak verdi. Skandal vesilesiyle İtalyan devleti içinde örgütlenen, bu mason locası da içindeydi, Gladio adlı karanlık odak açığa çıkmıştı. Bu odak İtalyan halkına karşı terör eylemlerine girişmiş, halkı sindirmek için sivilleri bombalamış, hatta en büyük partilerden birinin başkanını, Aldo Moro, kaçırıp infaz etmiş ve suçu Komünistlerin üzerine atmıştı. Ünlü gazeteciler örgütün içindeydi, büyük bürokratlar, polis şefleri, generaller örgüt içinde roller üstlenmişti. Hatta papalık da işin içindeydi. Vatikan, kutsal bankası IOR aracılığıyla uyuşturucu paralarını aklıyor, örgüte temiz bir şekilde geri dönmesini sağlıyordu.
P-2 soruşturmasının kendine uzandığını fark eden Vatikan özel konumuna dayanarak soruşturmadan sıyrılıverdi. Geride kalanlar bu ihanete çok öfkelenmişti. Papa’yı topuğundan vurdurup, mafya tarzı cezalandırmaya karar verdiler. Bunu bir İtalyan vatandaşına yaptırmak çok riskliydi. Henry Arslanyan’ın kapısın çaldılar. O da Bekir Çelenk’i aradı. İhale Malatyalı genç ülkücü Mehmet Ali Ağca’ya kalmıştı.
***
Mehmet Ali Ağca hayatta, karanlığın diğer kahramanları birer bire ölüp hayattan çekildi, Papa suikastı da NATO’nun diğer karanlık işleri de unutuldu gitti.
Ama çok şükür dünyanın her köşesinde deve kinine sahip gazeteciler ve yazarlar var. İtalyan yazar Ezio Gavazzeni bunlardan biri. Araştırdı, ipuçlarını yeniden takip etti ve bulgularını “Papa Ölmeli” başlığıyla kitaplaştırdı. Kitabın Türkiye’nin gündemine gelmesini sevgili Osman Çutsay’ın İtalya’da mukim yazar-gazeteci Birgül Göker Perdisa ile yaptığı söyleşiye borçluyuz. Gazeteci arkadaşımız Birgül’ün verdiği bilgilere göre yazar kitabında istihbarat örgütlerinin Asala gibi dönemin terörist örgütleriyle karanlık ilişkilerini anlatıyor. Daha önemlisi İtalyan istihbaratının suçun KGB’nin üzerine yıkılmasında önemli rol oynadığını açığa çıkarıyor. Biliyoruz, İtalyan istihbaratı bu operasyonun emrini CIA’dan almış ve suikasta Bulgaristan’ın ve dolasıyla Sovyetler Birliği’nin adını karıştırmak için canla başla çalışmıştı. Operasyonun senaryosunu Claire Sterling adlı “terör uzmanı” bir CIA ajanı yazmıştı. Sergey Antonov adlı bir Bulgar vatandaşı üzerine kurulan senaryo İtalya’daki dava aşamasında çöktü. Sterling, çok geç yaşında İtalya’da bir çiftlik evinde öldü. Onun uydurduğu Papa Suikastı-Kintex şirketi-Bulgaristan ve Sovyetler Birliği bağlantısı ile ilgili yalanlar ise hala dolaşımda. Çünkü antikomünizm hayatta. Hala geri dönmesinden korkuyorlar çünkü.
Birgül arkadaşımızın özetinden takip ediyoruz; Gavazzeni, dönemin istihbarat yazışmalarını tararken Polonya asıllı Papa Jean Paul’ün Ermeni terör örgütü Asala tarafından tehdit edildiğini fark ediyor. Bu tehditlerin hiç gündeme getirilmemiş olmasına şaşırıyor, izleri takip ediyor. Papa suikastının arkasında Ermeni terörizmi olduğunu yönünde bir tez geliştiriyor. Tabii o terörizmin arkasında da CIA, Mossad, MI6, Sismi gibi istihbarat örgütleri vardır. Kitap, fotoğrafta iğreti duran KGB iddiasını kaldırıp yerine ASALA iddiasını koyuyor ki, olup biteni anlamak için çok önemli bir hamledir. Arkasında ne var bakarız, anlarız.
***
Bu hamleyi gerekçelendirebileceğimiz sosyolojik bir temel de var. 1975-1990 tarihleri arasında Sovyetler Birliği’nde, Irak, İran, Suriye ve Lübnan gibi Orta Doğu ülkelerinde yaşayan binlerce Ermeni, Vatikan, CIA ve İtalyan İstihbaratının organizasyonuyla Roma’ya taşınmakta, orada bir süre tutulduktan sonra ABD, Kanada ve Avustralya’ya göç ettirilmektedir. Asala, Ermenilere ait olduğuna inandığı toprakların bu şekilde kasten boşaltıldığından şüphelenmektedir. Göç organizasyonun başındaki Papa Jean Paul’ün Asala tarafından hedef seçilmesi bu nedenledir.
Kitaba göre bu eylem için Malatyalı Mehmet Ali Ağca’nın seçilmesi rastlantı değildir. Bu yolla hem Papa’dan kurtulunacak hem de suç Türklerin üstüne yıkılacaktır. Gavazzeni’ye göre Ağca Bekir Çelenk tarafından değil, Henry Arslanyan aracılığıyla Asala tarafından kiralanmıştır. Kitapta Ağca’nın ilk sorgusunda, “Ben bir Ermeni askeriyim, Ermeni topraklarını Türklerden kurtarmak için yaptım” dediği ide iddia ediliyor ki işin magazinel tarafıdır. Gerçek olup olmamasının hiçbir önemi yoktur.
***
Bulgaristan bağlantısı ve ünlü Kintex şirketine gelince, silah kaçakçıları ile ilişkileri kuşku götürmez. Onlardan Sovyetler Birliği adına silah alıyorlardı ve dünyanın her yerindeki direniş örgütlerine yolluyorlardı. Devletin resmi silahlarını gönderecek halleri yok ya! Tabii Polonyalı Papa da hem bu karanlık işlerin içindeydi hem de makamına Sovyetler Birliği’ne yönelik bir planın parçası olarak oturtulmuştu. CIA, sosyalist sistemin zayıf karnının Polonya olduğunu fark etmişti. Yıkımın Lech Walesa liderliğinde Polonya’da başlamış olması tesadüf değildir. Gladio ve Mafya tarihini antikomünizm olmadan yazamayız, anlayamayız.
***
1990’lı yıllardı, zamanın Başbakanı Tansu Çiller bütün bu ilişkilerin Türkiye ayağını ortaya çıkaran Susurluk kazasının ardından “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” demişti. Bu söz şerefli şerefsizler tarihinin özetidir. “Şerefli kurşun atanlar”, aynı zamanda uyuşturucu kaçakçısı, mafyoz ve yasadışı kişilerdi. Mafya uyuşturucu kaçırır, cinayet işler ama mutlaka şereflidir. Sicilya mafyası bir “şerefli adamlar örgütü”dür. Türkiye’nin son 60 yılında “şeref”in politikacı, polis müdürü, istihbaratçı ve mafyozlar arasında bir şifre kelime haline gelmesinin sırrı budur. Şeref devlet güçlerinin hızla mafyalaştığını, mafyanın da hızla devletleştiğini göstermektedir.
Dünyanın her yerinde, soğuk savaşa göre konumlanmış bütün ülkelerde ortaya çıkan belirgin bir çürümenin işaretleridir bunlardır. Hukuku bir soğuk savaş aygıtı haline getiren devletler, sürecin sonunda birer çete devlete dönüşmüş, çürümüştür. CIA için şaka yollu söylenen Cocaine Import Agency, Kokain İhraç Örgütü, tabiri gerçekte gelinen noktayı göstermektedir; Killerkapitalismus, Katiller kapitalizmi, terimi ise sistemin yeni efendilerinin kimler olduğunu...
Şerefli şerefsizler tarihi, devletin, hukukun, çetelerin bu iç içe geçişinin bir arızaya değil, düzenin çıktığı yeni yola işaret etmektedir. Ve ne yazık ki zamanla karanlıktan aydınlık çıkacağını sananlar yanılmışlardır. Dünyanın hızla dinselleşmenin ardında, sistemin bu keskin dönüşümü yatmaktadır. Karanlık karanlıktan beslenmektedir. Çeteleşme dünyanın yeni halidir, çünkü daha iyi bir dünyanın olabileceği yönündeki umut kaybedilmiştir.
Eşitlikten vazgeçen, Komünizme düşman olan çürür, kokuşur, düşer; bir de bu var. İnsanımıza, inancımıza, fikrimize, mücadelemize güveneceğiz, umudu oradan devşireceğiz. Daha iyi bir dünya mümkündür, vazgeçmeyeceğiz.