‘Yüzde 60’ niye bize düşman?

Şu kadarını söyleyebilirim, mesele dindarlık-laiklik meselesi değil. En azından sadece o değil.

Evet, çoğumuz ailesinin görüşlerinin de etkisiyle Cumhuriyet’in laiklik ilkesi ve batılılaşma-modernleşme projesiyle içselleştirilmiş bağlar kurdu. Aldığımız eğitim aklımızı açan, dinsel inançları sorgulamayı kolaylaştıran nitelikteydi. Böylece azımsanmayacak bir kısmımız din ile ilişkisini tamamen kesti. Çoğumuz ise sadece manevi bir dayanak olarak inanıyor ve dinin vecibelerini yerine getirme işini en kötü ihtimalle ölüm korkusunun aklı karartmaya başladığı yıllara erteliyor. Ama gerçek hayat, Platon’un mağara alegorisinin tam tersidir. Maddi gerçekler ideallerin değil, idealler (veya düşünceler) maddi gerçeklerin gölgesidir. Dolayısıyla AKP mitinglerini dolduran kitlelerin bizden hazzetmemelerinin sebebi sadece dini duygularımızın daha “gevşek” olması olamaz. Eğitimli, profesyonel emekçilerle az eğitimli yoksul kitleler arasındaki psikolojik mesafenin böylesine açılmasının maddi bir sebebi olmalı.

Bu sebep ücret eşitsizliğidir.

Patron, vasıflı emekçiye daha fazla ücret vermek zorundadır çünkü o emekçi hayatının bir bölümünü çalışmaya başlamadan önce eğitime ayıracaktır (evet, kendimiz için değil müstakbel patronlarımız için okuyoruz). Dolayısıyla, mühendis veya doktor ücreti asgari ücrete eşit olamaz çünkü arada fark yoksa kimse patronların hayrına yıllarca üniversite okumaz ücret eşitsizliği kapitalizmde zorunludur(1).

Buna rağmen, yoksul kitlelerin görece yüksek ücret alan profesyonel emekçilere düşmanlığı yeni bir olgu zira AKP gericiliği, daha önce hiçbir iktidarın cesaret edemediği bir işi yaptı ve bir kısmı sefalet koşullarına yaşayan kitlelere bizi hedef gösterdi. İslamcı muhafazakârlığın din ve ahlakını reddediyor olmamız bir meseleydi kuşkusuz ama ülkenin üzerine çökmüş karanlığın başmimarının sesini titrete titrete çektiği “hor görülmenin ne demek olduğunu biliriz” söylevleri “bunlar rakı sofrasında ülkeyi kurtarır”dan çok “bunların tuzu kuru, siz sefillere ben sahip çıkıyorum” vurgusuna dayanıyordu.

Çok sayıda insanın geçinmek için AKP’ye el açar hale gelmesi, geçim yardımlarının hak olmaktan çıkıp basbayağı adam seçilerek verilen bir sadakaya dönüşmesi, yoksul kitlelerin giderek “kalpsiz dünya karşısında afyona” muhtaç edilmesi bunu kolaylaştırdı(2). Ama asıl mesele resmi söylemde “mum gibi eriyen ama aydınlatan” öğretmenin yerini “yılın üç ayı yata yata maaş alan” öğretmenin şifa dağıtan doktorun yerini günde yüzlerce vakaya bakmak zorunda bırakılan ve acil serviste hasta yakınları tarafından linç edildiğinde sahip çıkılmayan doktorun almasıydı.

Yeni Türkiye inşa edilirken devletin âli kürsülerinden yaşamın her alanında yoksullara hedef gösterildik. Hayatımız kuşatıldıkça da çaresizliğin verdiği öfkeyle cahil bırakan ile bırakılanı aynı kefeye koyduk ve sıradan insanlara duyduğumuz öfkeyi çok sakil biçimlerde dışavurarak yenilgimizi kendi elimizle tamamladık. Biz Aziz Nesin’in “halkın yüzde 60’ı aptal” lafı üzerinden kendimizi eylerken AKP’nin ideolojik bombardımanı altındaki yoksullar sefil hayatlarının sebebi olarak asla karşılaşmadıkları Koç ve Sabancıları değil, her gün karşılaştıkları bizi görmeye başladı. AKP ilkellik ve hasetlerini körükledikçe, sahip olduğumuz ve herkesin sahip olması gereken yaşam kalitesine kendileri de sahip olmayı değil, bizim elimizdekileri kaybedip onlar gibi olmamızı ister oldular.

Artık kaçacak yerimiz kalmadı. Elimizdeki ayrıcalıkları (ki buna düşünebilme ayrıcalığı da dâhil) savunmaya çalıştıkça, her şeyi kaybedeceğiz. Bu cendereden tek kurtuluşumuz var: Toplumun tutabildiğimiz kadarıyla gerici kuşatmayı yarıp, sefalet ve cehaletten başka bir şey üretmeyen bu düzeni yıkmak, herkesi eşit ve insanca bir yaşama kavuşturmak zorundayız.


(1) Bu paranın nasıl söke söke geri alındığı da dilerseniz önümüzdeki haftanın konusu olsun.
(2) Marx’ın sık sık ve hemen her zaman eksik alıntılanan “din kitlelerin afyonudur” lafının tam hali şudur: “Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dıştalandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor.” Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, 2. Baskı, Sol Yayınları, s.192.