Gidenler, kalanlar...

Bu ülkeden bi' halt olmaz.” Bu, son zamanların popüler blog ve sözlük yazılarının ana fikri ve en genel anlamda Türkiye modernleşmesinin başarısızlığına bağlanıyor. Yazıların bazıları çok uyduruk, hatta ırkçı da olsa temel önermeye itiraz etmek zor. Açık konuşmak gerekirse en iyimser olanımız dahi son bir yıl içerisinde bu ülkenin bir gün “çağdaş uygarlıklar seviyesi”ne erişeceğine olan inancını yitirdi.

Düşünen insan, nitelikli insan bu ülkenin iktidarıyla ve gericiliğiyle hep kavgalıydı. Nazım Hikmet daha 1945’te egemenlerin düşünen insana düşman olduğunu söylüyordu. Ama kritik bir farkla: “Vatan ki bu insanların evidir” diye devam ediyordu Nazım, “onlar vatana düşman.” AKP karanlığıyla birlikte, bir yazımda anlattığım yenilginin ağırlığı üzerimize çöktükçe, beraberinde bir duygusal kopuş getirdi. Biz ülkenin bir gün adam olacağına inanırken ülke bizimdi ve asalak gericiler fazlalıktı. Ama biz bu inancı kaybettikçe yenilmişlik hissi güçlendi ve bir noktada, Emrah Serbes Her Temas İz Bırakır’da bize Tezer Özlü’nün “burası bizim değil bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” sözünü hatırlattığında aslında çoğumuzun haletiruhiyesini dile getirmiş oldu.

2013 Haziran’ı, çökmüş, üzerine çökülmüş ülkemizi geri alma kavgamızdı. Bu kavgayı kazanamadığımız ölçüde, birer ikişer ülkeyi terk etmeye başladık. Sizi bilmem ama ben son bir yılda kaç arkadaşımın yurt dışına yerleştiğini sayamaz hale geldim. Bununla eş zamanlı olarak ilk paragrafta bahsettiğim yazıların da, bu yazıları beğenenlerinin de sayısında bir patlama yaşandı.

Ne var ki, bu yazıların gerçekten samimi görünenlerinde ilginç bir yan var: Doğru bir fikri savunmaktan çok, içe sinmeyen bir kararı halkı gösterme çabasında gibiler. Zira öteki durumda “siz de kaçın canınızı kurtarın” çağrısı yapmaları beklenirdi. Bu yok. Daha çok düşünsel boşlukları retorikle gizlenmiş bir öfke boşaltımı var. Ülkesini insanlığın evrensel değerleri ve kendi ufkunun gelişkinliğine uygun biçimde yeniden kuramamış, kasaba esnafı kılıklı gericilerin yapış yapış siyaseti karşısında yenilip gitmek zorunda kalmış insanların hayal kırıklığını ve (adını koyalım) hıncını, yalnızlığını yansıtıyorlar.

Kritik kelime bu: Yalnızlaşma. Bizi yenilgiye uğratan da; gittiğimiz her neresiyse orada içimizde kalan ukdeyi öfke dolu yazılara dökmemize sebep olan da bu. Çünkü insanların birey olarak saygı gördükleri, kurallı ve modern bir çevrede yaşamak hayatı kolaylaştırabilir, gelişkin bir egoyu tatmin edebilir ama kendi başına mutluluk sağlamaz. Mutluluk aşina olunan, geniş bir toplumsallıkla olumlu ve güvenilir bağlar kurmakla alakalı bir şeydir (en azından büyük ölçüde böyledir). Bireyin bunu salt kendi içinden ya da çekirdek ailesinden üretmesi ise hem zor, hem de sağlıksız ve tüketicidir. Bu yüzden AKP’ci gericilerin bizi en öfkelendiren tarafı zevklerimizle, alışkanlıklarımızla, gitmeyi sevdiğimiz yerlerle aşina olduğumuz hayatı yaşanamaz hale getirmiş olmaları; bunu da sadece yasaklarıyla değil aynı zamanda saygı değil korku ve yaltaklanmaya dayalı pespaye yaşam tarzlarını yaşam alanımıza dayatarak yaptılar. Ve yine bu yüzden çekip gitmiş olanlarımız bu denli öfkeli; çünkü her şey yolunda gittiyse ve modern, kaliteli, niteliğin takdir gördüğü ve maddi karşılığının görece daha iyi alındığı bir hayat kurulduysa dahi, bu hayat her niyeyse beklenen mutluluğu vermedi.

Böyle olmasaydı o sıcak Haziran günlerinde binlerce insan çekip gitmiş olduğu ülkeden bulduğu ilk uçağa atlayıp kavgaya katılmak için yurda dönmezdi.

Karşımızdaki düşmanın çektiği rest açık: “Ya boyun eğ ya s.ktir git.” Bu ülkeyi yönetenler (ki kastım sadece hödük AKP’liler değil bütün büyük patronlar) akılla, nitelikle değil taşeronlukla zengin olmanın kolaylığını gördüler ve artık bundan vazgeçmezler. “Biz ara eleman ülkesiyiz, mucit çıkaramayız” yeni Türkiye’nin amentüsü ve içine gericilerin doldurulduğu TÜBİTAK’ın yüz vermediği birkaç parlak öğrencinin bilimsel başarıları hiçbir şeyi değiştirmeyecek. 2013 Haziranı’nda bu ülke kabaca ortasından bir yerden ikiye çatladı ve bu fay hattının iki tarafındaki ufkun, değerlerin, yaşam tarzının uzlaşması mümkün değil.

Hep birlikte çekip gidemeyeceğimize (yapabilseydik ülke çökerdi zaten) ya da bazı Kemalistlerin fantezilerindeki gibi ülkenin sahil şeridinde bir özerk cumhuriyet kuramayacağımıza göre; gidenlerin de pek öyle cennet bahçesi gibi yaşantılar kuramadığı açık olduğuna göre geriye tek bir çözüm kalıyor: Biz kalanlar yalnızlığımızı kırıp, elbirliğiyle bu karanlığı aydınlatacak büyük bir ateş yakacağız; kalbi halen bizden yana olup da sabrı, takati yetmemiş olanlar sırtlarında giderken bırakmaya kıyamadıkları odun küfeleriyle döndüğünde de o ateşi hep beraber besleyip, çevresinde şarkılar söyleyeceğiz.

Not: Bu akşam saat 20.00’de, Kadıköy Nazım Hikmet Kültür Merkezi Ruhi Su salonunda buluşup “distopya ülkesinde geleceği” arayacağız. Bekleriz…

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal