Bir öykü: Aynalar Labirenti

Korku, kan, savaş naraları… dünya her buluştuğumuzda biraz daha kararmış oluyor. İnsanlar eskiden, kışın uzayan gecelerin sıkıntı ve korkusunu birbirlerine öyküler anlatarak uzaklaştırırlardı. Müsaade edin, bu hafta bir değişiklik yapalım ve ben de size bir öykü anlatayım.

***

Uzun zaman önce, uzak mı uzak bir diyarda bütün insanlar bir aynalar labirentinde yaşarmış ve kimse başka bir yerde yaşamazmış.

Ama öyle bir ortak özelliği varmış ki bu aynaların, hiçbiri insanı olduğu gibi göstermezmiş. Kimisi dev edermiş önünde duranı, kimisi cüce. Kimisi pırıl pırıl ve zengin gösterirmiş, kimisi partallar içinde. Kimisi korkuturmuş kendine bakanı, kimisi güldürürmüş.

Labirentin yolları dolambaçlıymış, bazıları geniş, bazıları darmış; aynaların da bazıları kocaman, bazıları ufacıkmış. Bazı yerlerinde, ucu göklere varan aynaların önünde, özel günlerde milyonların toplanıp o aynaya baktığı meydanlar varmış. Bazı yerlerinde ise karşılıklı duvarlara asılı aynalar birbirinin içinde sonsuza kadar küçülerek giden yansımalar yaratırmış.

Ve insanlar hayatlarını yaşarken; çalışır, gezer, eğlenir ve dinlenirken gözlerini asla bu aynalardan ayırmazlarmış. Kendilerine de baksalar, başkalarına da; sokakta oynayan çocukları seyreder ya da aşık oldukları insanın gözlerine dalıp giderken onları hep yansımalarından takip ederlermiş. Bu yüzden aynalar sadece sokaklarda değilmiş; insanlar hoşlandıkları ya da doğru buldukları aynaları evlerine de asar, karşısında saatlerce otururlarmış.

Bu labirentte aynalar kadar bol bir şey varsa, o da ünlü insanların resimleriymiş. Ama bu suretlerin de yüzleri birer aynaymış. İnsanlar bu resimlere bakarken yüzlerinin yerindeki o çarpık çurpuk aynalarda kendi yüzlerini görür; baktıkları resme göre sevinir veya üzülür, korkar ya da kıvanırlarmış.

Bazı insanlar aynadaki yansımalarına öyle kapılırmış ki, onu seyrederken yemek yemeyi unutup açlıktan ölenler; veya onunla kucaklaşmak için koşup, zavallı serçeler gibi soğuk cama çarpınca boynunu kıranlar olurmuş. Bazıları da başkalarının aynadaki yansımalarına o denli öfkelenirmiş ki, onları boğup öldürür ve bunu yaparken kendilerini seyrederlermiş.

Bu diyarda her şey serbest, sadece labirentten çıkmaya çalışmak yasakmış. Bunu deneyeni labirentin boynuzları ve toynakları taştan, dişleri ve pençeleri demirden, burnundan çıkarttığı dumanla gözleri kör, canavar düdüğü gibi çığlığıyla kulakları sağır eden bekçisi yakalayıp yermiş. Ve böylece herkesi aynalar o kadar meşgul eder ve canavar o kadar korkuturmuş ki, kimse bir çıkar yol aramazmış.

Ama labirentin bir yerinde, bir de sihirli ayna varmış…

O ayna, insanı sadece olduğu değil, labirentten kurtulursa olacağı gibi gösterirmiş. Diğer aynalara bakmaktan gözleri bozulan insanlar bu aynada gördüklerini yadırgar, yalan zannedermiş. Ama yine de diğer aynalardaki yansımalarda hep bir şeylerin eksik ve yanlış olduğunu sezen insanlar yıllar geçtikçe önce birer ikişer, ardından beşer onar bu sihirli aynanın önünde toplanmaya başlamış. Bunun tehlikeli olduğunu sezen canavar bekçi ara sıra gelip kalabalığa saldırıyor, ama dağılıp kaçışan insanlar bir süre sonra tekrar sihirli aynanın önünde birikiyormuş.

Ve sonunda bir gün, labirentin sonunu getirecek şey olmuş; sihirli aynanın önündeki insanlar, birbirlerinin gözlerine yansımalarından değil, dönüp dosdoğru bakmaya başlamışlar.

Bu olduğunda etraflarında, yansımalarda görülmeyen bir sürü şeyi fark etmeye başlamışlar. İlki de şu olmuş: Sihirli ayna bir duvarda asılı değilmiş, çeşit çeşit çekiçlerle dolu bir dolabın kapağıymış. Bunlardan bazıları kaza yapan otobüslerden çıkmak için kullanılan cam kırma çekiçleri, bazıları ise irili ufaklı balyozlarmış. Birbirlerinin gözlerine bakmaya başlamış insanlar bunları kuşanıp, labirentin merkezine doğru yürümeye başlamış. Geçerken aynaları bir bir kırıyor, aynalar kırıldıkça peşlerine takılan kalabalık artıyormuş.

Sonunda labirentin kalbindeki meydanda bekçi canavarla karşı karşıya gelmişler.

Ama aynadan değil de dosdoğru bakıldığında, canavar o kadar da korkunç değilmiş. Derisi gelişigüzel dikişlerle dolu, yamalı bir bohça gibiymiş. Ve dövüş başladığında, birbirlerinin gözlerine bakmaya başlamış insanlar bu dikişleri birer birer çekip çözmüş. Ve canavarın derisi dağılınca, içine doluşmuş alelade insanlar dökülüvermiş. Bunların bir kısmını tepelemişler, bir kısmı kaçıp saklanmış ve sonunda labirentin kalbindeki meydan, çekiçli muzafferlere kalmış.

Ve sonra bir çıkış dahi aramamışlar. Çekiçlerle duvarları yıka yıka kendilerine bir yol açmış ve duvarsız yeni hayatı inşa etmek için labirenti terk etmişler.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal