“Kur Savaşları”nın Evveliyatı

Geçenlerde Brezilya Maliye Bakanı Guido Mantega, rekabet gücünü artırmak için para değerlerini zayıflatan ülkelerin “uluslararası bir kur savaşı” başlattıklarını ileri sürdü. İfade tuttu ve “kur savaşları” tartışması alevlendi.

Ticarî yaptırım şantajlarını, ulusal politikalara müdahaleleri içeren bir ekonomik savaş ortamı oluşmaya başladı. Bu ortamı tartışmadan önce, çalkantının “evveliyatı”nı hatırlatmak ilginç olabilir.

***

Ulusal paranın değerini düşürmek (devalüasyon), uluslararası ticarette rakiplerine karşı üstünlük kazanmak için uygulanır. Buna “dövizi pahalılaştırmak” da diyebiliriz. Devalüasyonun etkili olması için döviz fiyatlarının enflasyondan arındırılmış olarak pahalılaşması gerekir. Yani, Türkiye’de ve rakiplerimizde enflasyon aynı oranda (diyelim yüzde 5 oranında) seyrederken, doların fiyatı yüzde 10 artırılırsa gerçek (“reel”) bir devalüasyon yapılmış olur. Böylece ithalat pahalılaşır ihracat çekici hale gelir. Rakiplere karşı üstünlük getirdiği için devalüasyonlara, bazen “komşuyu yoksullaştırmak” yöntemi de denir.

1944’te oluşturulan Bretton Woods sistemi, rekabetçi devalüasyonları önlemeyi hedefledi ve ana kural olarak sabit, değişmeyen döviz kurlarını kabul etti. Dolar da altına bağlanarak dünya parası oldu. Devalüasyon, ancak IMF’nin onayıyla ve istisnaen yapılabiliyordu.

Bretton Woods sisteminin ana kuralları, metropol ekonomiler arasındaki dengesizliklerin baskısıyla 1971-1973 yıllarında değiştirildi. Doların değeri düşürüldü altınla bağlantısına son verildi ve büyük paralar arasında dalgalı kurlara geçildi. Sistemin patronları arasındaki ilk “kur savaşları” böyle başladı. 1985’te ABD “paralarınızı ucuz tutuyorsunuz” suçlamasıyla Almanya ve Japonya’ya karşı bir “kur savaşı” daha açtı ve Plaza Anlaşması ile yen ve mark’ın değerlenmesini sağladı.

***

Türkiye gibi çevre ekonomileri ise, büyük patronlar arasındaki “kur savaşları”nın dışında kaldılar. Döviz kuru politikalarını da etkileyen üç farklı dönemden söz edilebilir. Bir süre önce dünya ekonomisinin çevresinde yer alan büyük ülkeler için döviz fiyatlarını ulusal enflasyonla karşılaştıran (ve 1970-1998 yıllarını kapsayan) bir döküm yapmıştım. O bulgular da bu dönemlendirmeye ışık tutuyor.

Sanayileşmeye öncelik veren çevre ekonomileri 1980’e kadar döviz kurlarını değiştirmemeye çalıştılar. Nedeni açıktır: Korumacı, ithal ikameci politikalar uyguluyorlardı. İthalat, mallarda yüksek, stratejik ürünlerde düşük gümrük tarifelerinin yanı sıra kotalarla belirleniyordu. Ayrıca, ithal edilen yatırım mallarını, sanayinin ana girdilerini ucuzlatmak için döviz fiyatlarının enflasyonun gerisinde seyretmesi isteniyordu. Böylece ucuz dövizi hedefleyen kur politikası, sanayileşme politikalarını desteklemiş oluyordu.

1970-1980 yıllarında 51 çevre ekonomisindeki döviz kurlarını fiyat hareketleriyle karşılaştırdığımızda gözlüyoruz ki, ana eğilim dövizin reel olarak ucuzlamasıdır ve bu durum 31 ülke için geçerlidir. 8 ülkede önemli değişme gözlenmemiş sadece 12 ülke reel devalüasyon gerçekleştirmiştir. Kısacası, döviz kurları, kalkınma stratejilerinin önemli bir aracıdır.

***

Neoliberalizmin egemenliği, 1980 sonrasında IMF’nin çevre ekonomileri üzerindeki etkilerini hızla artıracaktır. “İthalatı serbestleştirin ihracata öncelik verin yerli paranın aşırı değerlenmesine (ucuz döviz rejimine) son verin...” Temel reçete buydu. Kriz ortamlarında IMF heyetleriyle yapılan görüşmelerin ana maddesi, döviz kurlarının hangi oranlarda yükseltileceği (yani devalüasyonun boyutları) olmaktaydı. İthalat kotalarını kaldırır ılımlı ve yeknesak bir gümrük tarifesine geçerseniz, pahalı döviz ithalatı caydırır ihracatı kazançlı hale getirir. Yerli üretimin de böylece desteklenmesi umulur ancak, sektörel önceliklere dayanan bir strateji, dünya piyasalarına, uluslararası fiyatlara teslimiyet nedeniyle tarihe karışır.

1980-1990 arasında 58 çevre ekonomisi için belirlenen reel döviz kuru hareketleri, IMF reçetelerinin yansımasını ortaya çıkarıyor. Bir önceki dönemin aksine, ülkelerin çoğunda (33’ünde) reel devalüasyon geçekleşmiş reel döviz kuru ucuzlayan (yani stand-by programlarının dışında kalan) ülkeler (15’e inerek) azınlığa düşmüş 10 ülkede önemli değişiklik olmamıştır.

***

1989’dan sonra çevre ülkelerinin çoğunda sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamalar kaldırıldı. Yüksek kazanç kovalayan uluslararası finans kapital, bu ülkelerdeki yüksek getirili mevduata, devlet tahvillerine, borsaya aktı. Büyük boyutlu dış kaynak girişleri, döviz fiyatlarını reel olarak ucuzlattı. Ucuz döviz ithalatı pompaladı ihracatı caydırdı cari açıkları, dış borçlanmayı körükledi.

1990-1998 yıllarını ve 58 çevre ekonomisini kapsayan bulgular, bu eğilimi doğruluyor. Ana eğilim tersine dönüyor: 28 ülkede döviz reel olarak ucuzluyor 19 ülkede reel devalüasyon gerçekleşiyor 11 ülkede önemli değişme gözlenmiyor. Ne var ki bu dönemdeki devalüasyonların büyük çoğunluğu, önceki dönemdeki gibi IMF zorlamalarından veya bilinçli politikalardan kaynaklanmıyor sermaye hareketlerindeki tıkanmaların yol açtığı finansal krizler nedeniyle, istenmeden gerçekleşiyor.

***

Türkiye, bu aşamaların hepsini yaşadı. 1960-70’li yılların büyük bölümünde sabit tutulan döviz kurları planlı sanayileşmeyi destekledi. 1979 krizinde Ecevit hükümeti, önceki dönemin edinimlerini korumaya artan enflasyonun kaçınılmaz kıldığı devalüasyonu IMF önerilerinin altında tutmaya çalıştı. Özal, IMF önerilerini aşan bir devalüasyon gerçekleştirdi 1980 sonrasında dış ticareti serbestleştirdi ve enflasyonun döviz fiyatlarını aşındırmasını önledi. 1989 sonrasında serbestleşen sermaye hareketleri, dövizi ucuzlatma eğilimini egemen kıldı ve reel devalüasyonlar sadece krizlerin zorladığı yıllarda (1994, 2001, 2009’da) gerçekleşti.

Bugünün “kur savaşları”, geçmişin bu tortusu üzerinde ve yeni öğeler de içererek patlak verdi. İleride tartışmak üzere...