Irak Petrolü ve Amerika

Kasım 2005’te PLATFORM (www.carbonweb.org) adını taşıyan bir kuruluş, Amerikalıların Irak petrolüne ilişkin tasarımlarını açıklayan, eleştiren bir rapor yayımladı. Irak’ın Petrol Servetinin Yağması diye Türkçeleştirebileceğimiz raporun özet bölümünde şunlar ifade ediliyordu:

“Irak’ta petrol alanlarının en az yüzde 64’ünü çokuluslu petrol şirketlerine tahsis edecek olan bir politika, yakından uygulanmaya başlayacaktır. Bu politika, 2003 işgalinden önce ABD Dışişleri Bakanlığı’nca hazırlanan Irak’ın Geleceği projesine ve orada önerilen Üretim Paylaşımı Anlaşmaları’na dayanmaktadır.” Araştırma sonuçlarına göre, bu politika Irak için 74 ve 194 milyar dolar arasında tahmin edilen bir gelir kaybına yol açacak petrol şirketlerine ise dramatik getiri oranları sağlayacaktır.

Bu düzenleme, o tarihlerdeki Irak Başbakanı (ve eski bir CIA hizmetkârı olan) Allawi tarafından Irak Meclisi’ne sunulan (ve aslında Amerikalı uzmanlarca hazırlanan) Petrol Yasası tasarısında yer almaktaydı. Amerikalılar parlamentonun yasayı hızla onaylayacağını ve Irak petrolünün dev petrol şirketlerine teslim edileceğini umuyorlardı.

Petrolcüler dünyasında, Üretim Paylaşımı Anlaşmaları, “hafif özelleştirme” olarak nitelendirilirmiş. Dev petrol şirketlerinin, doğrudan mülkiyet yerine bu seçeneği yeğledikleri de anlaşılıyor. Nedenini PLATFORM araştırması şöyle özetliyor: “Bu anlaşmalar şirketlere, mülkiyet devrini sağlayan düzenlemelerle aynı sonucu sağlar” örneğin, “yabancı şirketlerin kârlarını etkileyebilecek yasal değişikliklere karşı güvenceler içerir anlaşmazlıklar ise, uluslararası tahkim tarafından çözülür.”

Üreticilerin uzak durmaya çalıştığı Üretim Paylaşımı düzenlemeleri, dünya petrol rezervlerinin sadece “% 12’sinde uygulanmaktadır ve Orta Doğu’daki büyük petrol üreticilerinin hiçbiri bu yöntemi kullanmamaktadır.”

Araştırma, ham petrol üretiminde Irak için üç “ehven” seçeneği şöyle sıralıyor: “Devlet bütçesinden finansman, gelecekteki petrol gelirlerini güvence olarak kullanıp borçlanmak veya hizmet sözleşmeleri. Hizmet sözleşmeleri, yatırım maliyetleri karşılandıktan sonra, yabancı şirkete üretilen her varilden belirlenmiş miktarda bir bedel verilmesine dayanır.”

***

Bu araştırmayı okuduktan sonra, Irak petrollerinin kaderini (çok yakından olmasa da) izlemeye çalıştım. Araştırmadaki kötümser beklentiler bir türlü gerçekleşmedi.

Irak petrollerini denetlemek, elbette, ABD saldırısının ana hedeflerinden biriydi. Neo-con kliğin petrol konusuyla doğrudan bağlantılı olmayan stratejik-siyasi önceliklerini de ekleyelim. Kendi belirlediği bu iki temel hedefe ulaşma bakımından Amerikan emperyalizmi Irak işgalinden yenik çıkmıştır.

Orta Doğu dengelerini ABD-İsrail lehine değiştirecek bir Irak devletinin inşası projesi iflas etmiştir. Merkezi yönetimin ABD’den ziyade İran’a yakın olacağı anlaşılmıştır.

Petrolde ise bir dizi etken Amerikan tasarımlarının tökezlemesine yol açmıştır. Birinci etken silahlı direnişle ilgilidir. 2007’de petrol tesislerine ve botu hatlarına 600 sabotaj gerçekleşmiş güvenlik endişeleri nedeniyle dev petrol şirketleri, yasal ve yönetsel düzenlemelerin tamamlanması için fazla heveskâr olmamışlardır.

İkincisi, seçimler, “Irak’ın çıkarları” hususunda bir hayli duyarlı bir parlamento oluşturmuş hükümetin getirdiği petrol yasası bu nedenle parlamentodan çıkmamıştır.

Üçüncüsü, önceki hükümetten devralınan petrol yasasını başlangıçta benimsemiş olan Başbakan Maliki giderek tavır değiştirmiştir. Bağlı olduğu Şii-Dawa partisiyle ilişkilerini gevşetmiş bir “Irak milliyetçisi” imajı oluşturmuş Amerikan askerlerinin çekilme takviminin görüşülmesinde sıkı pazarlık yapmıştır. Böylece kazandığı meşruiyeti petrol politikasına da taşımış şirketlerle teke-tek anlaşmalar aramıştır.

2009’un ikinci yarısından itibaren imzalanan bir dizi anlaşma, yukarıda değinilen hizmet sözleşmelerine dayandırılmıştır. Bunlar da dev petrol şirketlerinin istediği gibi yürümemiştir. Örneğin, ilk ihalede Petrol Bakanlığı’nın belirlediği “varil başına 2 dolar” bedeli, bu şirketler çok düşük bulmuş Exxon-Mobil varil başına 4.80 BP ise 3.99 dolar teklif verdikleri için reddedilmişler sonunda BP Çin Ulusal Petrol Şirketi ile ortaklık oluşturarak Iraklıların teklifini kabul etmiştir.

Yıl sonuna kadar yapılan diğer ihaleler de, Petrol Bakanlığı’nın koşullarına göre yürütülmüş Irak petrol üretimini geliştirme, yenileştirme, artırma işlevlerinin çoğu metropol sermayesinin dışına geçmiştir. Burada, Çin, Rusya, Malezya, Norveç ve Kore gibi ülkelerin devlet şirketleri öne çıkmıştır. Bu şirketler için, kısa vadeli kârlılıktan çok, ham petrol gereksinimlerini güvence altına alma hedefi (kısacası, “ulusal çıkar” algılamaları) belirleyici olmuştur. Bu gelişmelerin sonunda, Batılı dev şirketlerin Irak’taki faaliyetleri (en azından şimdilik) marjinal kalmış durumdadır.

Irak parlamentosunun ana eğilimi ise doğrudan devlet işletmeciliğinden yanadır. Hizmet anlaşmaları bu nedenle eleştirilmektedir. Bu eleştirilerin katkısı ve petrol işçileri sendikasının baskıları, sözleşmelere Iraklı işçi, teknik personel, mühendis istihdamı için koşullar konmasına yol açmaktadır.

***

Kıssadan hisse: Emperyalizm pek çok şeye kadir değildir. Irak ve Afganistan’daki silahlı direnişler, emperyalist saldırganlığın çaresiz kalabileceğini ortaya koymuştur.

Irak’ın son yedi yılına bakarak, metropol sermayesinin çıkarlarının izlenmesinde, toplumsal ve siyasal yapıların biçimlendirilmesinde emperyalizmin gücünün sınırlarını açık-seçik gözleyebiliyoruz. Irak petrolleri üzerindeki Amerikan hedeflerinin tökezleme öyküsü de bu bakımdan öğreticidir.

Bir büyük devrimcinin “kâğıttan kaplan” benzetmesi giderek daha fazla geçerli oluyor.