IMF Türkiye’ye Nasıl Bakıyor?

Yaz aylarında IMF uzmanları Türkiye’ye geldi kamu görevlileriyle görüştü ve sıradan yıllık raporlarından birini hazırladı. 30 Temmuz 2010’da IMF Yönetim Kurulu’nun onayından geçerek yayımlanan bu rapor, IMF’nin bugünlerde Türkiye ekonomisine nasıl bakmakta olduğunu gösteriyor. Kısaca tartışalım.

***

Türkiye krizden nasıl, ne kadar etkilendi? IMF’nin değerlendirmesi şöyle: “Sağlam makroekonomik politikalar ve reformlar sayesinde Türkiye, küresel finansal krize, Yükselen Avrupa’daki pekçok ülkeden daha güçlü bir durumda girdi”.

IMF’nin Türkiye’ye pembe gözlüklerle bakması doğaldır kaçınılmazdır. Zira, Türkiye’nin makroekonomik politikaları ve “reform” denilen dönüşümleri, kesintisiz on bir yıl boyunca (Haziran 1998-Mayıs 2009 arasında) IMF’nin denetim ve gözetimi altında belirlenmiştir. Bu politikalar boyunca Türkiye ekonomisi iki krizden, üç küçülme yılından geçti ve 1998-2009 yıllarını içeren ortalama büyüme hızı yüzde 3.5 olarak kaldı. IMF, bu ekonomik bilançoya katkılarını elbette serinkanlılıkla tartışamazdı. Bunun yerine, “Türkiye son krizi bizim programımız sayesinde hafif atlattı” mesajına sığınacaktı ve böyle yapmıştır.

Türkiye, krizi gerçekten hafif mi atlattı? Bu köşede bu soruyu birkaç kere yanıtladık. Karşılaştırmayı petrol ihracatçısı olmayan en büyük yirmi çevre ekonomisi arasında, IMF verilerini kulanarak ve sadece milli gelir hareketlerine bakarak yaptık. Krizin etkili olduğu iki yılın (2008-2009’un) ortalamalarını alırsak, Türkiye (Macaristan ve Meksika’dan sonra) en kötü durumdaki üçüncü ülkedir. Sadece 2009’a bakarsak, ülkemiz en olumsuz etkilenen dördüncü ülke oluyor. Önceki altı yılın veya bir önceki yılın büyüme hızından sapmaya bakarsak, “en kötü etkilenenler” sıralamasında Türkiye ilk veya ikinci konuma yerleşiyor.

“Türkiye krizden göreli olarak güçlü çıktı” savı dayanaksızdır ama, yine de merak ediyoruz: IMF (hayalî de olsa) bu başarıyı (malûm “makroekonomik politikalar ve reformlar” yavesinin dışında) hangi etkenlere bağlıyor? Şaşırtıcı bir savla karşılaşıyorsunuz: “Kriz öncesinde dış kredilerin sürüklediği canlanmanın nispeten sınırlanmış olması”, ekonomik kırılganlığı hafifleten etkenlerin başında gösteriliyor.

Yanlış değil tamamen yalan… Türkiye’nin kriz ortamına kırılgan girmesinin ve bu nedenle ağır etkilenmesinin ana belirleyicilerinden biri, dış borçlanmanın sınırsız, dörtnala artışı olmuştur. “Kriz öncesi”ni 2006-2007 olarak alalım. Milli gelirin yüzde 5’lik hızlarla büyüdüğü bu yıllarda Türkiye’nin dış borçları her yıl yüzde 20’nin üstünde artmış ve 2005’teki 170 milyar dolarlık düzeyden 249 milyara çıkmıştır. Sonraki dokuz ayda da yüzde 17’lik bir sıçrama daha gerçekleştirerek krizin hemen arifesinde (Eylül 2008’de) 291 milyar dolara ulaşmıştır. Özel sektörün dış borçlanmasının sürüklediği bu dörtnala tırmanma, “nispeten sınırlanmış” olarak nitelendirmek, cehalet değilse, nedir? Bu olguya, IMF’nin benimsediği “sermaye hareketlerinin sınırsız serbestliği ortamında, enflasyon hedeflemesi” modelinin nasıl katkı yaptığını da sık sık ortaya koymuştuk.

***

IMF raporu arada bir doğru şeyler de söylüyor. Örneğin, kriz sonrasındaki milli gelir artışlarını, “yeniden giriş yapan sermaye” olgusuna bağlamakta “ithalat büyümesinin canlanması” nedeniyle “artan dış dengesizliklerin” gerçekleşeceğini öngörmekte ve tehlike çanlarını çalmaktadır: “Global belirsizlikler koşullarında, büyümenin… istikrarsız dış finansmana bağımlı olması,… ekonomik canlanmayı köstekleyebilecektir.

Bu kötümser öngörüye karşı IMF raporunun önerdiği reçete nedir? Kısa vadeli sermaye girişlerini frenleyen ve aynı zamanda reel döviz kurunu (“ucuzlayan döviz” sarmalından çıkmayı) hedefleyen önlemler ve özellikle sanayinin ithalat bağımlılığını abartılı boyutlarda artıran Gümrük Birliği düzenlemelerinin revizyonu… Bunlar, Türkiye için düşünülmüyor. Hatta, dünya çapında deflasyon olasılığı tartışılırken, enflasyon yerine döviz kurunu hedefleyen ılımlı bir seçenek dahi gündem dışıdır.

Arada bir IMF uzmanlarınca kaleme alınan “alışılmışı tekrar etmeyen” araştırmalara kulak asmayın. Somut ülkelere dönük reçeteler gündeme geldiğinde geleneksel neoliberal saplantılar hiç yumuşatılmadan karşınıza çıkacaktır. Son rapor da Türkiye için böyle yapıyor: Dış dengesizlikleri (a) iç talebi kısarak (b) emek maliyetlerini azaltarak hafifletmeye çalışın…

İç talebin kısılması için IMF raporu, “kademeli bir parasal daralmayı” ayrıca, kriz koşullarına karşı kamu maliyesine getirilen “canlandırıcı öğelere 2010’da tümüyle son verilmesini” ve buna dönük olarak “yeni malî kuralın… hızla, gecikmeden kabulünü” öneriyor.

Krize karşı alınan önlemler, Türkiye’de kamu açığının milli gelire oranını ne kadar etkiledi? Diğer ülkelerle yapılan bir karşılaştırma ne gösteriyor? OECD, 2010 İstihdam Görünümü başlıklı raporunda G-20 ülkelerini bu çerçevede karşılaştırıyor. Ve bu grup içinde yer alan on bir “yükselen piyasa ekonomisi” içinde, 2009’da krize karşı önlemler nedeniyle kamu açığını en az artıran üçüncü ülkenin (Brezilya ve Hindistan’ın ardından) Türkiye olduğunu belirliyor. Dolayısıyla, “malî kural” aracılığıyla talep kısılması isteği, bir istikrar arayışına dayanmıyor. “Devleti daha da fazla küçültme” programının bir parçası oluyor.

AKP iktidarı için daha çekici olan politikalar, emek maliyetlerini hedefleyen öğelerdedir. IMF raporu, “ithal bağımlılığını üretim maliyetlerini indirerek azaltmayı.… rekabet gücündeki geriliği,…formel sektördeki… istihdam maliyetini bölgesel rakiplerle aynı hizaya getirerek [daraltmayı] emek piyasasındaki esnekliği artırmayı” öneriyor.

Özetle, IMF önce AKP iktidarına yağ çekiyor ardından da sermayenin beylik reçetesini sunuyor: “Durgunlaşın devletin ekonomik, sosyal işlevlerini daha da daraltın emekçileri yoksullaştıran bir yarışma içinde emperyalist sistemle bütünleşin…