Finansal kapitalizm: Bir analiz

Değerli meslektaşımız Yılmaz Akyüz’ün bir makalesi 24 Ocak 2020 tarihli Inter Press Service’te İngilizce yayımlandı. Başlığını Türkçeleştiriyorum: Eşitsizlik, Durgunluk ve İstikrarsızlık: Finansal Kapitalizmin Yeni ‘Normal’ Hali. Kapitalist dünya ekonomisinin güncel durumuna ışık tutan özlü, güzel bir yazı… 

Bu yazıda Akyüz’ün önemli tespitlerini, birkaç yorum ekleyerek aktaracağım. İktisatçıların özgün metni okuyacaklarını umarım. 

Son on yılın ekonomik bilançosu

Kapitalist dünya ekonomisi 2008-2009’da sert bir kriz yaşadı. Akyüz’e göre, “gelişmiş ekonomiler bugün kronik bir talep yetersizliği ve durgunlaşma heyulası ile yüz yüzedir.” 

2010-2019’da ABD, tarihinin en uzun ekonomik genişleme evresini yaşadı. Ne var ki, geçmişteki tüm daralma / kriz aşamalarıyla karşılaştırılırsa son on yılda gelir, yatırım, istihdam göstergelerindeki düzelme, öncekilerin gerisinde seyretmiştir. Üstelik aşırı parasal genişleme önlemlerine rağmen… 

Akyüz, ABD dışındaki Batı ekonomilerindeki düzelme sürecinin daha yavaş ve çalkantılı olduğunu vurguluyor. 2019’da ise dünya ekonomisi finansal kriz sonrasındaki en düşük oranda büyümüştür ve küçülme öngörüleri yaygınlaşmıştır. 

Geçen hafta bu köşede IMF’nin dünya ekonomisiyle ilgili son verilerini gözden geçirmiştim. Ortalama büyüme oranı yüzde 2,9’a inmiştir. Bu ortalamanın yüzde 2,5’e ulaşması dünya ekonomisinde “küçülme”nin başlangıcı olarak yorumlanır. 

Öte yandan kapitalist sistemin çevresinde yer alan iki büyük bölgede (Latin Amerika ve Orta Doğu’da) kişi başına ortalama millî gelirin düştüğünü de vurgulamıştım. Neoliberalizmin ağır reçetelerine ve emperyalizmin saldırganlığına muhatap olan iki coğrafya… Buralarda ağır krizden geçen ülkeler olmasaydı, bölge ortalamaları “eksi” çıkamazdı. 2019’un ülke istatistikleri yayımlandıkça “Güney” krizlerinin listesini, boyutlarını öğreneceğiz. 

Bölüşüm ve talep yetersizliği 

Kapitalist dünya ekonomisi bugün, yatırım ve millî gelir hareketlerinde durgunlaşma, düşük enflasyon, düşük faizler ve hızlı borçlanma özellikleri taşıyor. Yılmaz Akyüz’e göre bu özellikler kronik talep yetersizliği ile bağlantılıdır. 

Batı ekonomilerinde kalıcı bir durgunlaşma tespiti yaygındır; talep yetersizliğini öne çıkaran iktisatçılar da vardır. Akyüz, temel nedeni, “ücret payının gerilemesine ve servet dağılımında artan eşitsizliğe” bağlayarak çoğundan ayrılıyor. 

Akyüz’e göre ücret payındaki gerilemeyi iki gelişme belirlemiştir: Emek/sermaye karşıtlığını işçi sınıfları aleyhine dönüştüren neoliberal politikalar ve Batı ücret hareketlerini baskı altında tutan küreselleşme.

Batı ekonomilerinde enflasyon son tahlilde işgücü maliyetleri tarafından belirlenmektedir. Bu ülkelerin ücret hareketleri ise Çin’in, Hindistan’ın ve eski Sovyet blokunun küresel ticaret sistemiyle bütünleşmesinin etkisi altına girmiştir. Bu etken, uluslararası işgücü piyasasını hızla değiştirmiş; bu piyasada emek arzı, son kırk yılda (bir tahmine göre) 1,6 milyar yeni emekçinin katılımı ile genişlemiştir. 

“Güney” coğrafyasının ortalama ücretleri, böylece, Batı ücret hareketlerini frenleyen bir etken olmuştur. Burada “Batı” ve “Güney” ücret düzeyleri arasında bir eşitlenme değil; Batı ekonomilerinde ücret payını aşağı çeken bir “mıknatıs etkisi” söz konusudur. 

Neoliberal politikaların ve uluslararası emek piyasasının ikili baskısının ABD’deki bir yansıması, Amerikan işçi sınıfının sendikalaşma oranının 2019’da yüzde 10,3’e, yani son yarım yüzyılın dip noktasına inmesidir. 

Finansallaşmanın sonuçları 

2008 krizi sonrasında FED ve Batı’nın diğer merkez bankaları deflasyona karşı savaş açtılar; enflasyonu bir-iki çentik yükseltme çabasına girdiler. Bunun için faiz oranlarını (hemen hemen) sıfırladılar ve astronomik parasal genişlemeye geçtiler. 

Sonuç alamadılar; zira, enflasyon (Friedman’ın iddia ettiği gibi) parasal etkenlerden çok baskı altındaki ücret düzeylerine bağlıydı. Akyüz, bugünün kapitalizminde ücretlerle faizler arasında yakın bir bağlantı olduğunu ileri sürüyor. Ücret payının gerilemesi enflasyonu aşağı çekmekte; merkez bankaları deflasyona son vermek (fiyat düzeylerini yukarı çekmek) için faiz oranlarını sıfırlamakta; ama sonuç alamamaktadır: Ücretler → enflasyon → faiz oranları

Niçin sonuç alamıyorlar? Parasal genişleme mal piyasalarına değil, finansal varlıklara kaydığı için… Merkez bankalarının pompaladığı likidite borsaya, şirket alımlarına (hisse senetlerine) bağlanmış; servet eşitsizliklerindeki tırmanmayı beslemiştir. Sadece 2019’u örnek verelim. ABD’de hisse senedi endeksleri 2019’da yüzde 30 yükselmiştir. Aynı yıl (cari fiyatlarla) ABD millî gelirindeki artış yüzde 4 ile sınırlı kalmıştır. Servet/gelir oranlarında böylesine şişme hayra alamet değildir. 

Yılmaz Akyüz bu dönüşümü finansallaşma olarak adlandırıyor ve talep yetersizliğine yol açan etkenlerden ikincisi olarak ileri sürüyor: “Finansallaşma servet dağılımında eşitsizliği ve talep yetersizliğini beslemiş; kaynakları verimsiz kullanımlara yönlendirerek büyüme potansiyelini de geriye çekmiştir.”

Finans kapitalin (başta rantiyelerin) sabit sermaye birikimine yönelme eğilimi zayıftır. Ücretlerin bastırılması kârları yukarı çeker; ne var ki, artık-değer oranının yükselmesi talep yetersizliğini telafi edemez. “Zira, ücretler toplam talebin en önemli öğesidir. Ücretlerin bastırılması, böylece, artık değerin realizasyonu ile ilgili klasik Marksist soruna yol açar. Borçlanma maliyetinin düşüklüğü dahi yatırımları canlandıramaz.” Yılmaz Akyüz’ün Keynes’e de değer veren bir iktisatçı olduğunu biliyoruz. Nitekim ekliyor: “Keynes de işsizliğe çare olarak ücretleri düşürme önerisini reddetmişti.”

Borç tuzağı ve ek sorunlar

Akyüz, durgunlaşmaya karşı ihracatın bir çözüm olup olamayacağını tartışıyor. Bugünkü koşullarda bu “yöntem”, Çin’in yanı sıra iki büyük kapitalist ülke tarafından kullanılıyor: Almanya ve Japonya. Ne var ki, büyümeyi besleyen dış ticaret fazlalarının simetrik uzantısı, dış açık veren ekonomilerdir. 

Dış açıklarını ulusal parası ile ödeme ayrıcalığı ise ABD’ye özgüdür. Trump, bu ayrıcalığı umursamadı; Çin ve Almanya’ya (AB’ye) karşı ticaret savaşı açtı. Kronik dış açık veren “Güney” ekonomileri ise uluslararası sermaye akımlarına, dış borçlanmaya mahkumdur. Buralarda büyüme ivmesini sürdürmek dış kaynaklara, artan borçlanmaya bağlı olmaktadır. 

Borçlanma finansallaşmanın diğer boyutudur. Tahvillerin de beslediği finansal balonların şişmesi, sönmesi, patlaması kapitalizmin çevrimlerini oluşturur.

Böylece, Akyüz’e göre bugünkü dünya ekonomisi şu halkalardan oluşuyor: Küreselleşme → düşük ücret hareketleri → düşük enflasyon → artan finansallaşma → düşük faizler → artan borçlanma → finansal varlıklarda balonlaşma → finansal patlama, kriz

Yeni bir kriz ortamı oluştuğunda son on yılda hızla tırmanan borçların bir bölümü ödenemeyecektir. O koşullarda merkez bankalarının hareket alanı daha da daralacaktır: Faizler, daha fazla aşağı çekilemeyecek sınırdadır. 

Sağlıklı çözüm: Bugünkü kapitalizm için “düzen dışı”

Kapitalizmin bugünkü çıkmazını aşmak için ne yapılabilir? Akyüz’e göre, “yapısal talep yetersizliğini ve ona yol açan temel nedenleri aşmak için Keynes’gil politikalardan daha fazlası gerekir.”

“Daha fazlası” nedir? Yılmaz Akyüz, sağlıklı bir çözümün öğelerini sıralıyor: 

  • Para matbaası tarafından ve artan-oranlı gelir-servet vergileri ile finansmanı sağlanan daha büyük bir devlet 
  • Üretim araçları üzerinde devlet mülkiyetinin genişlemesi ve ekonomide daha fazla devlet kontrolü
  • Bütçe aracılığıyla millî gelirin yeniden dağıtılması
  • Emek ve sermaye arasında dengenin yeniden oluşturulması
  • Ücretlerin sürüklediği büyümeye geçiş
  • Finans kapitalin hizaya getirilmesi

Kıdemli ve devrimci arkadaşım Yılmaz Akyüz elbette bilmektedir ki bu öneriler kapitalist düzen açısından “devrimci” değildir. Olsa olsa geçen yüzyılın “Altın Çağı” özleminin dışavurumudur. Ama ciddiye alınmalıdır. 

Bugünkü kapitalizmin egemen bloku ise kapitalizmin geçmişinden esinlenen bu özlemleri dahi “düzen dışı” sayar; tartışmayı reddeder. O derecede gericilik içindedir.