2012’de Çevre Ekonomileri ve Türkiye

IMF, Dünyanın Ekonomik Görünümü ve Küresel Finansal İstikrar başlıklarını taşıyan iki raporu Nisan’da yayımladı ve ülkelere, bölgelere, bloklara, dünya ekonomisine ait istatistikleri güncelleştirdi 2012 tahminlerinin güvenilirliğini artırdı.

Son beş yılda iki kriz dalgasından geçen ABD ve Avrupa ekonomileri üzerinde çok durduk raporlarda da fazla yenilik yok. Buna karşılık, bu krizlerin yansımalarını hâlâ yaşamakta olan çevre ekonomilerinin konumları ve farklılaşma biçimleri üzerinde bir ilk değerlendirmeyi, yeni bilgileri de kullanarak yapmak yararlı olabilecektir.

***

Uluslararası sistemin bütününe bakarak başlayalım. Önceki yıllarda üzerinde çok durulan küresel dengesizlikler ortadan kalkmamıştır ama, önemlice bir değişimden geçmektedir.

Uluslararası krizin arifesinde “küresel dengesizlikler” deyince, ABD’nin astronomik ve sürekli artan cari işlem açığı ile Çin’in (bunun yarısına ulaşan) dış fazlaları anlaşılıyordu. Amerikalılar ve IMF’ye göre bu bozukluk Çin’den kaynaklanmaktaydı “düzeltme yükümlülüğü” de aynı ülkeye ait olmalıydı.

IMF istatistikleri, kriz içinde ve sonrasında bu dengesizlik öğesinin büyük ölçüde hafiflediğini gösteriyor. 2007 ile 2012 karşılaştırılırsa, ABD’nin cari açığındaki azalma ile Çin’in dış fazlasındaki erime aşağı-yukarı aynı düzeyde (200 milyar dolar civarında) gerçekleşmiştir. Dünya ekonomisinin diğer iki büyük ülkesinin (Almanya ve Japonya’nın) cari işlem fazlalarında ise önemli bir değişme gözlenmemiştir.

Öte yandan dünya sisteminin çevresinde yer alan ekonomilerin durumları değişmektedir. Petrol ihracatçılarının cari işlem fazlaları, 2007 sonrasında yüzde elli artışla bu yıl 633 milyar dolara ulaşmakta, “küresel dengesizlikler”in ana belirleyicisi olmaktadır. Bu olgu durgunlaşan Almanya ile Japonya’yı petrolde ithalata bağımlılığı azalmakta olan ABD’yi ve artan petrol fiyatlarına rağmen dış fazla vermeyi sürdüren Çin ile Doğu Asya’lıları fazla etkilememiştir. Petrolcülerin artan dış fazlalarının finansmanı büyük ölçüde diğer çevre ekonomileri tarafından üstlenilmiştir.

Sonuç, son beş yılda petrol ihracatçıları, Çin ve Doğu Asya dışındaki çevre ekonomilerinde dış açıkların hızla tırmanmasıdır: 2007-2012 arasında Latin Amerika 14 milyar dolarlık dış fazladan, 107 milyar dolarlık cari açığa geçmiş Siyah Afrika aynı doğrultuda (ancak daha küçük boyutta) bir gelişim göstermiş kriz öncesinde kabaca dış denge durumundaki Brezilya ile Hindistan da 79 ve 58 milyar dolarlık dış açıklara sürüklenmiştir. Çevre ekonomileri içinde uluslararası kriz arifesinde kronik ve önemli boyutlarda dış açık veren tek bölge olan (Türkiye’yi de içeren) Doğu/Orta Avrupa’da cari işlem açıkları (biraz hafiflemesine rağmen) süregelmektedir. Türkiye ise bu bölgenin rekortmenidir: 2007’deki 38 milyar dolarlık dış açık, 2011’de 77 milyar dolara çıkmıştır.

***

Çevre ekonomilerinin hızla artan cari açıkları (ve kırılgan konumları) sadece petrol fiyatlarına bağlanamaz. Batı’daki durgunluk ihracatı frenlemiştir. Daha da önemli etken, 2009 sonrasında çevreye dönük sermaye hareketlerinin hızla tırmanmasıdır. Bunun da arkasında ABD ve Avrupa merkez bankalarının pompaladığı ucuz likidite genişlemesi yatıyor.

IMF’ nin Finans Raporu, son yıllarda yükselen piyasa ekonomilerine yabancı kredi ve portföy yatırımlarını inceliyor (s.51). Milli gelirlere oranla yirmi yedi ülke içinde Türkiye 2010’da üçüncü, 2011’de dördüncü sıradadır. Bu furyadan bol kepçe pay alan ekonomilerde kredi hacimleri şişkinleşmiş döviz fiyatları ucuzlamış, dış ticaret ve cari işlem açıkları hızla tırmanmıştır.

Aynı rapordan aktaralım: “2009-11’de yükselen piyasalarda yabancı yatırımcıların artan ağırlığı ve hızlı sermaye girişleri, [olumsuz koşullarda] aniden çıkma potansiyeli taşıyan sıcak para düzeyini de yükseltmiştir” (s.50) Rapor, bu ortamdaki bozulmanın olası sonuçlarını ortaya koyuyor: Kredi hacmi daralacak batık kredilerin oranı artacak döviz fiyatları yükselecek ve milli gelir düşecektir.

Hangi ülkeler, hangi boyutlarda etkilenecektir? Rapor, bazı kırılganlık göstergelerinin 2012 tahminlerini kullanarak bir grup çevre ekonomisini karşılaştırıyor (s.47-48). Dış ekonomik ilişkiler açısından önem taşıyan üç göstergeye değinelim: Cari işlem açığı, bu yılın dış finansman gereksinimi ve kısa vadeli borçlar, resmî döviz rezervlerine oranlanmaktadır. Oranlar yükseldikçe, ülkenin dışsal kırılganlığı artmaktadır.

Yirmi sekiz ekonomi içinde Türkiye, cari açık/rezervler oranı bakımından birinci (yani, “en kırılgan”) dış finansman gereksinimi ile kısa vadeli dış borçların rezervlere oranı bakımından üçüncü sırada gelmektedir.

***

Bu olumsuz dış göstergelere rağmen Türkiye hâlâ sıcak paranın ve uluslararası bankaların gözdeleri arasındadır. 2012’nin ilk aylarında da sermaye girişleri yeniden canlanmaktadır. Bir tuhaflık yok mudur?

İki açıklama yapılabilir. Birincisini Mustafa Sönmez arkadaşımız sık sık vurguluyor: Günümüzün en çekici yatırım alanı, devlet borç senetleri olduğu için, kamu maliyesi göstergeleri büyük önem taşır. AKP iktidarı bu konuda özenlidir ve Türkiye’nin kamu borcu, bütçe açığı, faiz dışı fazla göstergeleri güvenli sınırlar içindedir.

Ne var ki, yabancı yatırımcılar devlet borç senetlerini sonunda dövize dönüştürecekleri için, döviz fiyatlarındaki ani artış olasılığı (yüksek “kur riski”) caydırıcıdır. Dış kırılganlık göstergeleri bu bakımdan önem taşır.

Bu duyarlılığa karşı TCMB Başkanı’nın 2012 için Batılı rantiyelere, spekülatörlere hemen hemen açık bir kur güvencesi verdiğini hatırlatalım: Gerektiğinde rezervler kullanılarak “2012’de TL doları yenecektir” taahhüdü bu anlama gelir. Ufukları esasen bir yılı aşmayan fon yöneticilerinin TL kâğıtlarına yatırım yapmalarında bu tavır belirleyici olsa gerektir.

Herşey uluslararası finansal piyasalardaki likidite bolluğuna ve bunları kullanan spekülatörlerin “risk iştahı”na bağlı görünüyor. Bugünlerde iştahları artan çevrelerin ağız tadı ne zaman bozulacak? Bilemiyoruz. IMF de öngöremiyor. “Her an, herşey olabilir” diye kaçak güreşiyor.