Cumhurbaşkanı seçiminde İkinci Cumhuriyet izleri

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy kullanmayan 13 milyon kişiden biri de benim. Seçimlerin meşru olmadığını düşünüyorum ve gereğini yaptım. Sonuçta, belki de dünya tarihinde ilk kez yolsuzlukları bu denli ortaya saçılmış biri, 53 milyon seçmenin 21 milyonunun oyunu alarak Cumhurbaşkanı seçildi.
Katılımın düşük olmasının sorumluluğu “yazlıkçılara” çıkarılıyor. Oysa çoğunun bulundukları yörelerde oy kullanma hakları vardı. Ama kullanmadılar. Neden sandığa gitmediler? Gitselerdi aradaki 5 milyon 300 bin oy farkı kapanıp çatı adayı Ekmeleddin Bey Cumhurbaşkanı seçilir miydi bilemem ama bu beklentiyi gerçekçi bulmadığımı da söylemeliyim.

Çevremdeki CHP’liler arasında gönül rahatlığıyla Ekmeleddin Bey'e oy vereceğini söyleyene rastlamadım. “Mecburen kötünün iyisine oy vereceğiz” dediler. “Kötünün iyisi” iyi değil, kötü anlamına geliyor ve üstelik teslimiyet içeriyor. Çözüm olarak teslimiyetin dayatılması ve bunun kabul görmesi olacak şey değil.
Tayyip Erdoğan seçilirse başkanlık rejimi gelirmiş. Çoğu kişi farkında değil ama ülke en az 7 yıldır başkanlık rejimiyle yönetiliyor. Devletin nasıl yapılandırılacağına, hangi yasanın ne biçimde ve kaç gün içinde çıkarılacağına, hangi görevlere kimlerin atanacağına tek adam karar veriyor. Milletvekilleri, bakanlar ve bürokratlar, başkanın emir kulu olmanın ötesinde bir anlam taşımıyor. Tek adam bu gerçeği gizlemek bir yana, görüntüyü kurtarmak gereği bile duymuyor. Açıkça söylüyor: benim bakanım, benim valim, benim müdürüm diyor. Emir verdim diyor. Kendi biçimlendirdiği yargı bile azarlanmaktan kurtulamıyor. Devletin dönüştürülmesi sürecinde cemaatin salvolarının çok işe yaradığı da dikkatlerden kaçmamalı. Yapılanlar “Paralel Devletle mücadele” adına, geniş kitleler nezdinde meşrulaştırılıyor.

Çatı adayı destekleyen muhalefet partilerinin parlamentoda hiçbir gücü ve etkisi yok. Neredeyse zihinlerde muhalefet yapılıyor algısı uyandırmak için oradalar. Lider kadroları, meclisteki sayılarının azlığını gerekçe gösterip kendilerine destek veren milyonları yalnız bırakıyor. Böylelikle 2. Cumhuriyet'in önündeki engeller birer birer temizleniyor.

Seçimler öncesinde arkadaşlarıma biraz da ironi kokan “T. Erdoğan’ın kazanmasından daha vahim ne olabilir?” diye sorup yine kendim yanıtlıyordum “Ekmeleddin Bey'in seçilmesi!..” Ardından nedenini açıklıyordum: çünkü geniş kitleler sanal bir başarı duygusuna kapılır ve bütün enerjisi boşalır.

Yıllardır 1. Cumhuriyet'in çöktüğünü, 2. Cumhuriyet'in temellendirilmeye çalışıldığını söylüyoruz. Kotarılmaya çalışılan yeni cumhuriyette yalnızca devlet yapısının değil muhalefetin de yenilenmesi, tabanlarının yeniden biçimlendirilmesi gerekiyor. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, cumhurbaşkanı seçilme olasılığı güçlü olduğu için aday gösterildiğine inanmak çok zor. Seçim sonuçlarının açıklanması sonrasındaki sözleri, kendisinin bile seçileceğine inanmadığını ortaya koyuyor. Sözleri anımsayalım: “tanınmıyor demiştiniz %38 oy aldım”.

Çatı adayın kimliği ve destekleyen partilerin niteliği CHP, MHP ve hatta BBP tabanlarının yakınlaştırılmasıyla oluşacak yeni bir muhalefet kurgulandığını gösteriyor. Bu yöntemin denenmesine yerel seçimlerde başlandı, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sürdürüldü. 2015 yılında yapılacak genel seçimlerde yine başvurulacağı anlaşılıyor. Bu süreçte tabanlarının birbirlerine ısınması hedefleniyor.

Seçimin asıl parlayan yıldızı HDP ve adayı Selahattin Demirtaş oldu. Türkiye partisiyiz, söylemiyle kimi kesimlerdeki “bölücü” kuşkularını gidermeyi başardılar. Özgürlük, eşitlik ve ezilenlerin partisiyiz vurguları özellikle dikkat çekti. Geniş kitlelerde heyecan yarattılar ve önemli bir meşruiyet zemini yakaladılar.

Seçimde kullandıkları söylemlerine diyecek yok. Ancak seçim çalışmalarında gölgede bırakılan “yerel yönetimler” konusundaki hedeflerinin, en az 30 yıldır Dünya Bankası ve IMF projeleriyle paralel yürütülen yapısal uyum projeleri ile uyum içinde olduğunun bilinmesi gerekiyor. Bu hedefler, İkinci Cumhuriyet'le uyuşmak bir yana, kurulmasına katkı verecek bir öz de taşıyor. Bu konuyu soL Portal'da 21.3.2012 günü yayımlanan “Yerelleşerek Küreselleşme” başlıklı yazımda işlemiştim.

Ezilenlerden yana olmak söylemi, sermaye karşıtlığı ile anlam kazanır. Oysa BDP/HDP’nin lider kadroları bu konulara girmekten özenle kaçınıyor. Haziran direnişindeki çekingen tavırları da henüz unutulmadı. Geçmişlerinde, açılım süreci adına gerektiğinde AKP ile uzlaşabileceklerine ilişkin çok sayıda örnek var. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura kalsaydı bir örnek daha eklenmiş olurdu. Üstelik haksız da sayılmazlardı. Sokakları “Türklerin Cumhurbaşkanı adayı” pankartları ile donatan bir adayı desteklemelerini kimse bekleyemezdi.

Aydınlığı ararken ampule yapışan pervanelerin durumuna düşmeyelim.

İşimiz zor, enerjimizi boşa harcamayalım. En az 5 milyon işsiz var. Mecliste, taşeronlaşmayı, ücretli köleliği yaygınlaştıracak bir torba yasa tasarısı görüşülüyor. Su kaynaklarını özelleştirip sermayenin yağmasına açmak için bir tasarı daha hazırlanıyor. Acele kamulaştırmalar hız kesmiyor. Yalnızca seçim günü ve öncesindeki 5 gün içinde 40 acele kamulaştırma kararı yayımlandı. Binlerce belki de on binlerce dönüm alanın HES, RES, enerji iletimi için acele kamulaştırılması öngörülüyor. Ayrıca Ankara Kızılay’da Saraçoğlu Mahallesi'ndeki tahsisler, Özelleştirme İdaresi'ne devredilmek amacıyla kaldırıldı. Kentin daha da sıkıştırılması bahasına yandaşlara yeni vurgun kapıları açılıyor.

İşimiz zor, ama bizim hangi işimiz kolay ki? Yeter ki umutsuzluğa kapılmayalım.