Zenginler asker de olmaz ölmez de!

Umarım, havuz medyası bu samimi ifadeyi canavarın gözüne sokmaz da, bu güzel insan günümüzün çılgınlaşmış vahşetine kurban edilmez. Bu ifadeyi fevkalade samimi ve içten söylenmiş duygu yansıması olarak algılamak gerekir. Bu kişiyi hepimizin içini paralayan söylemi için candan kutluyorum!  

Geçmişte 32. Gün diye bir program vardı ve, o zamanlar hiç anlayamadığımız şekilde, program saat 23:00 sularına doğru başlayıp, nerede ise sabaha karşı sonlanıyordu. Bizler programın baş kısmını zorla seyredip, "bu saatte program olur mu" diye kızarak, yataklarımıza gidiyorduk. Bir kez böylesi bir programa konuk olduğumda meseleyi anlamış ve yapımcılara hak vermiştim. Programda, ışıkların altında saatlerce oturuyorsunuz, beliniz ağrıyor, ihtiyaçlarınız sıkıştırıyor, canınız sıkılıyor, uykunuz geliyor ve sonuçta "Allah belasını versin" diyerek, tüm psikolojik denetiminizi yitirerek, içinizdekini kızgınlıkla, fakat samimiyetle döküyorsunuz. O aşamada içinizde ne bir korku, ne bir tereddüt ne de bir yere yaranmak duygusu yaşıyorsunuz. İşte bu programdan sonra anladım ki, bir topluluğun samimi kanaatini süzebilmek için onu psikolojik denetim mekanizmalarının kalktığı ortamda yakalamak gerekmektedir. İşte yarbayın ifadesi de yukarıda sözünü ettiğim insanın ifadesi de böylesi ortamda yürekten fışkırmış duygu yansımasıdır. Bu ortamlar duyguların en doğru yansıdığı hallerdir. Demokrat Parti'nin faşistleştiği dönemde, derslerinde devamlı demokrasi vurgusu yapması ve ülkede bir anayasa mahkemesinin yokluğundan dem vurması nedeniyle  bakanlık emrine alınarak dersleri elinden alınan ve Ankara'ya sürüklenircesine götürülen Prof. Hüseyin Nail Kubalı'nın çömezliğinden bugünkü dünya nimetlerine yükseltilen zatın, hakkında kovuşturma açılması gerekir fermanı verdiği yarbayın davranışını da böylesi samimi ve içten bir ifade olarak algılamak gerekir.

Ve, başka bir babanın, "konuşursam beyler rahatsız olur" şeklindeki ifadesi...Bu ifadeleri faşistler anlayamaz!

Bu üç ifade de salt duyulan derin acının yansıması değil, ama toplumsal örgütleniş biçimi ve oluşan ideolojilerin kritik dönemlerinde su yüzüne çıkan derin adaletsizliklerin psikolojik denetimi aşan isyanlarıdır. Diğer bir ifade ile, buradan çıkarabileceğimiz çok önemli bir sonuç, gördüklerimizin olağan dönemlerde belirmeyen dipteki birikimli isyanların yoğunluğu olduğudur. Söz konusu birikim patlamaları yaşandığında ikinci sınıf çömezlerin derhal tahkikat açılması yaygaralarını basması ise, yaşanan derin korku ve faşizan baskı araçlarının devreye sokulma çabalarıdır. Sistemin baskı araçlarını "hukuk" adı altında okutan ve bunun felsefesine varamayan emir altındaki bir zeka düzeyinin davranışı zaten bundan daha farklı olamaz. Benzer şekilde iktisat felsefesinden yoksun ve ondan soyutlanmış şekli ile siyaset bilimi, sosyoloji ve sair alan alanların(!) bilim odacıklarında özgürlük, adalet, demokrasi gibi kavramların tartışılması da yoz kapitalizme ve faşizme odun taşımaktan ileri gidememektedir.

Bölgemiz yanıyor. Bu yangını ne herhangi bir siyasi çılgının hırsı ne de bir kesimin özgürlük mücadelesi ile açıklayabiliriz. Evet, görünürde böylesi hayaller sahnede yer almaktadır. Hayal olarak nitelenen her görüntünü özünde kendi samimi hırsını ya da samimi talebini barındırmaktadır; barındırılan hırslar ya da talepler sanal değil, gerçektir, ama yaşanan çamuru salt bunlar açıklayamamaktadır. İşte, siyaset bilimi, sosyoloji ya da hukuk ile iktisat felsefesinin çatıştığı ve sonuncusunun tüm diğerlerine galebe çaldığı yer burasıdır.

Evet, bölgemiz yanıyor; Ortadoğu kaynıyor! Neresi kaynamıyor ki; yılda ortalama % 10 hızla büyüyen Çin tüm dünyayı sarsarcasına duraladı;  2008 krizini ne yorumlayabildiler ne de bir çare üretebildiler; finans kesimine çeki düzen verelim dediler, yine herkes ve finans kesimi kendi bildiğini okumaya koyuldu; halklar çatışıyor; en önemlisi, yerküre elimizden gidiyor. Böylesi saçma ortamda özgürlüklerden söz ediyoruz, demokrasiden dem vuruyoruz. İşte bunun için, iktisat felsefesinden soyutlanmış bir siyaset bilimi ortaya atılmadı mı!

Türkiye'de artık halk çatışması başlamak üzere. Bizler niçin bizi güden emperyalistlerin uşağı konumundaki siyasi erklerin manevraları ile birbirimizle çatışmaya giriyoruz ki! Bizler ayrı-isterseniz federatif yönetim deyin-yönetim kurmuş olsak ve ayrışsak, Kürt tarafı Kürt burjuvazisi ve dünya emperyalizminin kölesi, Türk tarafı da zaten yaşadığı kölelik düzenini sürdürmüş olmayacak mı! Biz bu amaçlar için mi birbirimizin boğazına sarılıyoruz. Oysa, silahlarımızı birbirimize doğrultmak yerine, bir araya gelip, gücümüzü birleştirip ortak düşmanımıza karşı mücadele versek, o zaman hem Kürt hem de Türk halkları gerçek özgürlüğe kavuşmuş olmaz mı! Neden böylesi gerçek özgürlük yolunda ilerlemiyor da, önümüze atılan yeme tav olup, sahte bilimcilerin ve politikacıların kafamıza kazıdığı anlamsız demokrasi ve özgürlük yalanı uğruna birbirimizi öldürüyoruz. Bu çatışma bizleri değil, bu bölgede hakimiyet kurarak sömürüyü derinleştirmek isteyen emperyalistlerin ve onların işbirlikçi sermaye sahipleri ve politikacıları yararlandıracaktır.

Medeniyetin ve farklı kültür ve dinlerin beşiği Ortadoğu, kapitalizmin kan gölü olmak yerine, kapitalizmin karşısına insani medeniyet ve yaşam filizinin atıldığı yer olmalı! Dünyanın içinden geçtiği trajik durum hem bir öğreti hem de bir fırsattır. Reel sosyalizme giden yolu ütopik sosyalizm fikirleri döşedi. Fikir ve söylemlerimiz kafa ve beyinsel faaliyetlerimizi oluşturup bizleri eyleme sürüklediğine göre, yaşanan durumla koşullanmak yerine ütopik düşüncelerle aydınlanmak daha anlamlı olmaz mı!

Evet, bu düşünceler çok ütopik, hatta hayal mahsulü. Bu düşünce kırıntılarını bir tarafa bırakalım ve daha gerçekçi olarak BARIŞ isteyelim. Peki, BARIŞ istiyoruz da, niçin birbirimizin boğazına sarıldığımızı, bunun karşısında ne tür bir barış istediğimizi ve bunu nasıl sağlayacağımızı bir gün olsun düşündük, tartıştık mı!