Yunanistan'da siyasetçi-halk ilişkisi

Yunanistan ile Troyka arasındaki çekişmeyi salt tarafların siyasileri ya da yöneticileri arasında bir strateji savaşı olarak algılamak olayları ve/veya oluşumu derinliğine görmek anlamında fazla doğru gelmiyor bana. Müzakereleri Yunan halkı ile Troyka arasında olduğu kadar, içte de Çipras yönetimi ile halkı arasında görmenin daha doğru olduğu kanaatini taşımaktayım. Bu şu demektir ki, Çipras halkına dönerken hem çok haklı olarak Troyka'ya karşı arkasına halk desteğini almayı, hem de belki de halkına açıkça ifade edemediği güçlüğün halk tarafından önsezi olarak algılanarak gerekli değişiklikleri halkın kararı olarak uygulamaya koymayı hedeflemiş olabilir. O nedenle de, içten içe Çipras yönetimi de, az farkla da olsa, "hayır" kararının öne çıkmasını arzuluyor idi. Zira, sonucun "evet" olarak tecelli etmesi durumunda hem iktidar partisinin işleri çok güçleşecek, hem de Troyka'nın dayatmalarını Yunan halkına bizzat iktidar partisi uygulama durumunda kalacak idi. Bu iktidar partisi ki, halkına bazı vaatlerde bulunarak işbaşına gelmiş ve aldığı oy desteği ile Troyka ile müzakereye oturmuş idi. Oylama sonucu ile Yunan halkı emperyalizm karşısında gururunu korumuş oldu. Keşke, halkımız da 2000 programı karşısında tepki koyabilse ve bu programı halkına yedirerek Türkiye'yi sanayileşmeden montaj konumuna gerileten AKP iktidarının ülkeyi nasıl emperyalizme teslim ettiğinin idrakinde olabilse idi!

            Sanırım, meseleye Troyka'nın talepleri karşısında Yunan halkının direnmesinden çok, Yunanistan gibi sanayiden yoksun ve verimlilik düzeyi birliğin genel ortalamasının altında bir ekonominin gelişmiş bir ekonomik birliğe entegrasyonu açısından bakmak durumu daha açıklayıcı olabilir. Almanya ve Fransa'nın üretimine pazar bulması Yunanistan'ın içine düştüğü borç batağının bir açıklaması olabilir, ama bu çok yüzeysel bir açıklamadır. Sonucunda bu denli yakıcı şeklide ortaya çıkmasına neden olan asıl sorun, sanayiden yoksun ve verimliliği düşük bir ülke halkının eline ileri sanayiye sahip güçlü merkezin para biriminin verilmiş olmasıdır. Çok kısa süreli olarak benzer sorun 2000 IMF programında Türkiye'nin de başına gelmiş ve Şubat 2001 krizi yaşanmıştır. Enflasyonun önlenemediği süreçte güçlü ülke parasına bağlanmış olan TL'nin değeri düşürülemediğinden yükselen dış ödeme sorunu ekonomiyi ani krize sokmuş ve derhal IMF ekonomiye para enjekte edip, dalgalı kura geçmiştik, ki bu durum devamlı devalüasyon anlamına geliyordu.

            Aynen IMF-Derviş programının Türkiye'ye 2000 yılında baktığı şekilde, Troyka'nın Yunanistan'a yaklaşımı da, sorunları alt-yapıda yer alan ekonomik yapının özellikleri ya da sorunları ile bağlantılı olarak değil, aslında ekonomik bozuklukların bir tür göstergesi olan borç ya da açıklar vb gibi göstergeler üzerinde durularak, kısa dönemli ve alt-yapıyı daha da derin krize sürükleyici zorlayıcı önlemler manzumesi şeklinde olmuştur. Ne yapalım ki, kapitalistlerin bakış açısı budur. Hele de zor durumda olup kapitalist-emperyalist zorbanın eline düşen sol ya da hafif de olsa sosyal demokrat yaftalı politikacılara tükürdüğünü yalatmak sistem ideolojisini korumanın vazgeçilemez koşuldur.  

            Bütün bunların özeti şu ki, Yunan ekonomisinin genel verimliliği yükseltilmeden ve/veya devalüasyon yapamaya elverişli para birimine geçilmeden ülke bugünkü sorunlarından kurtulamayacağı gibi, Trotka'nın insafa gelip vereceği ek destekler ekonomiyi ve halkı kısa sürede biraz rahatlatıyor olsa da ileriki dönemlerde daha büyük sıkıntılara sokacaktır. İşte, Syriza'nın başlarda yapmış olduğu hata da AB ile birlikteliği ve Euro bölgesinden çıkma seçeneğini gündeme almamış olmasıdır. Öyle düşünüyorum ki, Syriza bir çıkış yaptı, niye yaptı bilemiyorum, ama şimdi halkın sonucu gördüğünü düşünerek, kendi başına vermek durumunda olduğu kararı halkına aldırmak istemektedir.

            Oylama sonucunda ortaya çıkan durumun ekonomik anlamı, Yunanistan AB içinde Euro bölgesinde kalması koşulunda halkın daha da yoksullaşmasıdır. Zira ancak halkın genel refah düzeyinin geriletilmesi yoluyla güçlü paraya sahip verimsiz bir ülke halkının talebi frenlenebilir ve borç-faiz ödemeleri bir şeklide gerçekleştirilebilir. Belki de, Yunanistan Troyka ile bir anlaşmaya giderek, IMF ve Avrupa Merkez Bankası'na muaccel olmuş ve olacak olan borçlarını temdit ettirip, içte emeklilere yapılacak ödemeler ve sair kamu hizmetleri için bir tür "devlet kağıdı" ihracına yönelebilir. Bu süreç, tedricen Euro sisteminden çıkmak anlamına gelebilir. Böylece, Yunanistan'ın ithalatı kısıtlanır, iç üretimle ancak iç talep karşılanır, dış ödemeler için başka pazarlıklar ve önlemler devreye girebilir. Troyka, Yunanistan'a boyun eğdirmek ve/veya Yunanistan'ı ürünlerine piyasa olarak görme durumunda ise, böyle bir pazarlık da açıktır ki suya düşer.

            Yunanistan ve Çipras zorlanıyor, ama bu zorlanma öyle bir zamanda vuku buldu ki, ortada ne dost elini uzatabilecek güçlü bir komünist blok var, ne de kapitalizm biraz gevşeyebilecek güce sahip. Küreselleşmenin anlamı merkezin çevreyi sömürmek ise, açıktır ki, bu süreç sistemin çöküşünde giderek güçlenir ve gaddarlaşır. 2008 Krizinin hemen ertesinde Obama Avrupa'da, sanırım Paris'te yaptığı toplantıda bizler gibi kalkınmakta olan ekonomileri krizi bahane ederek içine kapanmamaya çağırdı, çünkü bizler gibi ekonomiler güçlü merkezlere kanayarak, krizin güçlü ekonomilerdeki etkisini hafifletme işlevi ile yükümlüdür.

            Yunanistan'ın AB üyeliği ve/veya Euro bölgesindeki konumunun alacağı şekli, taraflar arasındaki çekişmenin birinci raundunun sonucu olarak önümüzdeki günlerde göreceğiz. Halkına dayanan Syriza iktidarı ile Yunanistan'ın direncinin çevreye sirayet etmesinden endişe duyacak olan Troyka yönetimi arasındaki müzakerelerin karşılıklı güç denemesi şeklinde çok çetin ve bir o kadar da tarafları üzücü şekilde geçeceği açıktır. İlk raundu emperyalizme karşı halk iradesi kazanmıştır. Umalım, bu irade devamlı olsun ve başta Türkiye olmak üzere benzer ekonomilere örnek oluştursun.