Trump ne yapabilir?

İkinci Paylaşım Savaşı ertesinde, savaşın sonuna doğru 1944 yılında kurulmuş olan Dünya Bankası (DB) ve Para Fonu (IMF) marifetiyle tüm dünyaya kendi ekonomik modelini dayatan ve silah gücü ve politika aracı ile uygulatan ABD, öyle algılanıyor ki, yeni başkanı tarafından farklı bir raya oturtulacak ve tüm dünya bundan şöyle ya da böyle etkilenecektir. Bu yazıda, net görüntü alabilmek için vakit henüz çok erken olmakla beraber, olanaklı gibi gözüken bazı noktaları irdelemeye çalışacağım.

Çok gerilere gitmeden daha 2008 krizi ertesinde dönemin ABD başkanı Obama Avrupa turu yaparak, ülkelerin, özellikle de kalkınmakta olan ya da yeni adları ile gelişmekte olan piyasaların kapanmamaları için kibar direktifte bulunduğu hafızalarımızdan henüz silinmedi. Bunun nedeni, herhalde gelişen piyasaları değil, gelişmiş merkezleri krizin felaketinden olabildiğince korumaya yönelikti. Çünkü gelişmiş merkezlerin çıkarları ve piyasa arayışları doğrultusunda, tüm ekonomilerin açık piyasa politikasına geçmeleri 1980’lerden de önceleri dayatılmış idi. Zaten, neo-liberal politikaları kavramaya ne Reagan’ın ne de Thatcher’in zekâ düzeyi yeterdi. Bu süreçte ABD dışına kaçan iş adamı Trump’ın başkanı olduğu ülkesine vergi vermemesi de, tüm taleplere rağmen hiçbir beyan da bulunmaması da doğaldır. Zira Trump’ın yaptığı ‘vergi kaçakçılığı’ olarak değil, yasal bir işlem olan ‘vergiden kaçınma’ olarak görüldü ve bu durum seçim kampanyalarında dillendirilmekle beraber, aleyhinde fazla kullanılamadı. Hiç kuşkumuz olmasın ki, Trump, tüm söylemlerine karşın, bu işlemlerini hiç gözünü kırpmadan sürdürecektir.

Bu kısa kesit bize kapitalizmin devinim mekanizması ve belirli aşamadaki durumu hakkında bilgi vermektedir. O da şudur ki, gelişmiş merkez ekonomilerde yaşanan koşullara göre, kapitalizmin günümüzdeki aşamasında kâr oranlarının sıkışması nedenine bağlı olarak, gerek üretim faktörü gerek ürün piyasalarının artık ulusal devletler sınırı içine kapatılamayacağıdır. O nedenledir ki, 160 üyeli Dünya Ticaret Örgütü, gümrük anlaşmalarını (GATT) aşacak şekilde, fikri haklar da dâhil olarak, her türlü ticaretin serbest yapılması kuralını koymuştur. Bunun ötesinde, aynen Trump’ın yaptığı gibi merkez ülkeler dışında sermaye yatırımı yapılması konusunda anlaşmalar da (MAI) hızlandırılmış, hatta bu tür yatırımların sigorta sistemi (MIGA) dahi oluşturulmuştur. Kısacası merkez kapitalist ülkeler lehine sistem kurulmuş ve epey de yol alınmıştır. Bu sistemin babası olduğu kadar sistemden en yüksek derecede yararlananı da ABD’dir.

İşin bir başka yanı da şudur. Hatırlanacaktır, geçmişte iki yıl kadar öncesinde “ABD’de devlet kepenkleri kapattı” gibisinden bir ifade yayıldı. ABD’de kamu borçluluğu yasal sınırı aşınca, kabineden limit yükseltilmesi talebi gelişti, fakat bu talebi muhalefet karşılamayınca, bütçe harcamaları yapılamaz hale geldi, yani devlet durdu. O dönemlerde, çok büyük miktarda ABD sermayesinin denizaşırı yatırımları nedeni ile vergi kaybına uğrandığı, bu sorunun çözümünün denizaşırı yatırımların önlenmesi, hatta yapılmış olanların geri çağırılması gerektiği görüşü ortaya atıldı. Fakat bu tartışmalarından fazla bir sonuç alınamadı. Daha da ileri gidelim ve son kriz ertesinde hararetli şekilde finans kesiminin denetim altına alınması gerektiği ileri sürüldü, hatta halk sokağa çıktı, ünlü işgal “occupy” eylemini gerçekleştirdi. Sonuç; polis halka saldırırken, finans parazitleri bildiğini okumaya ve milyarları götürmeye devam etti.

Demokrasilerde çözüm bitmediği gibi, kapitalizmde de çözüm bitmez. ABD’li varsıllar sermayelerini denizaşırı yatırımlara sevk edip, kârlarını “vergi cennetleri” nde tutarak neden ABD hazine kâğıtlarından ek kâr sağlama yoluna gitmesinler ki! Böylece, hem sermayedarlar kârlarına kâr katar, hem de hazine açığını finanse edebilir. Bu sistemde halkın üzerindeki vergi yükü artar. Doğru da, kapitalist sistemden konuşuyoruz, o sistemde de vergi vatandaş olmanın önemli bir koşuludur. Maliye kitaplarında “vergi narkozu” bahsi boş yere mi sayfaları işgal etmektedir? Üstelik de, ABD kâr üzerindeki vergi oranını yüzde sıfıra indirmediği sürece, teorik olarak, vergi indirimi yolu ile denizaşırı yatırımların içeri çekilmesi olanaklı olamaz. Bunu iş adamı Trump anlamadı ise, halka yalan söylemiştir.

Bu yapıda Trump ne yapabilir? Bu soruyu daha anlamlı olarak şöyle düzenlemek gerekir: Bu yapı Trump’a ne kadarlık bir hareket alanı verebilir? Vergi indirimi yoluyla denizaşırı yatırımları ülkeye çekmek, sermaye hareketleri alanında Laffer fonksiyonunu gündeme getirir ki, bu fonksiyonun çalışmadığı görüldü. Herhalde Laffer fonksiyonunun işe yaramadığı içindir ki, hangi akla hizmetse, bir işverenler kuruluşu geçenlerde Laffer’i seminere davet etti. Vergi oranları indirilecek, yatırımlar içeriye çekilecek, vergi gelirleri yükselmiş olacak ve kamu harcamaları artarak, kamu kesimi genişletilecektir. Nasreddin Hoca’nın koyunlarından yün elde yöntemi dahi bundan daha akıllıca. 

Bu kısa açıklamalardan çıkarabileceğimiz genel sonuç şu olabilir.  Kapitalizm en uç hali ile ABD’de tecessüm etmiştir. O nedenledir ki, 1929 ve 2008 krizleri ABD’de ortaya çıkmıştır. Hal böyle olunca, tartışmayı şu boyuta taşımak gerekir: Politika belirlemede sistem mi yoksa lider mi başat ve etkendir? Dünya tarihinden süzülüp gelen bilgi bize sistemin, daha doğrusu maddî alt-yapı koşullarının başat olduğunu, liderin bu ortamı iyi okuyan kişi olduğunu göstermektedir. Felsefeden sanata politikaya vb gibi hemen tüm alanlarda alt-yapı ya da ortamın filizlenme vasatı olduğunu göstermektedir.

Bu açıklamalarla, Trump hiçbir şey yapamaz sonucuna ulaşamayız. Trump bazı değişiklikler yapabilir, ama yapabileceği değişiklikler ekonomi alanında fazla radikal olamaz. Vergileri indirse de denizaşırı yatırımlar ülkeye tümü ile dönmez. Meksika duvarını örse de kaçak emekçiler sermayenin çekişi ile, az sayıda da olsa, ülkeye girmeye devam edebilir. ABD’de zaten yeterli düzeyde olmayan sosyal haklarda aşırı geri adım atamaz. Avrupa ve özellikle de Çin ile ilişkilerinde ticareti bir miktar sınırlayabilir. Ancak, sermaye ve finans hareketlerinde fazla etkili olamaz. Bugünkü FED politikalarına karşı çıkmak demek, ana politika aracı olarak, dolar üzerindeki faizi yükseltmek demektir ki, bu politika bizleri sarsar, ama Trump’ın denizaşırı yatırımları ülkeye çekme politikası ile çatışır. Bu yazının konusu olmamakla beraber, Trump ekolünün İslâm düşmanlığı, İsrail’in konuşlandığı Ortadoğu ve petrol bölgesinde ABD ile Rusya’yı karşı karşıya getirir ve Rusya’nın başatlığını öne çıkarır.

Trump meselesi Türkiye için başkanlık tartışmaları bağlamında önemlidir. Şöyle ki, eğer dünya lideri ABD’de bir kişinin tüm dünya politikasını değiştirebileceği öngörülebiliyorsa, Türkiye gibi hak ve hukuk anlayışının henüz oturmamış olduğu ve kurumları itibariyle kaygan zeminli bir ülkede bir liderin nelere kadir olabileceğini Allah bu halka göstermesin!