Siyasetin kilitlenme noktasında hayal: Demokrasi!

Siyasi partiler seçime kadar gerek propagandalarında gerek eylemlerinde mensubu olduğu sınıfı temsil eder ve bu yönleri ile birbirlerine rakiptir. Seçimden sonra durum değişir. Hele de tek başına iktidar çoğunluğunu sağlamış olan bir parti artık tüm ülkenin partisi olarak icraatta bulunur. Kapitalist sistemde devletin toplumun hangi kesiminin yanında ve hangi kesime üvey olduğu bilinmekle beraber, sistemi uygulanabilir kılmak adına palyatif önlemlerle, hiç değilse, toplumu bölmek gibi bir amaç taşımadığı farz edilir. Hiç uzun anlatmaya gerek yok; AKP kendisine farklı bir siyasi misyon biçmiş olarak büyük bir sebatla icraatını sürdürmektedir. Toplumun bir kesimini dışlayan AKP’nin kendisine biçtiği misyon, bizzat parti üst düzey temsilcilerinin (kendilerine fısıldananı)  açıkça ifade ettiği şekliyle, millete ait bir dava takipçisi olmaktır.

Dava anlayışı ve sözcüğü, bireyci devlet anlayışının karşıtı olan organik devlet anlayışının açık ifadesidir. Günümüzde başat devlet anlayışı olan bireyci devlet yapısında devlet millet ya da bireyler için vardır ve bireyin hakkı devletinkinin önüne geçer. Diğer bir deyişle, bireyci devlet görüşünde devlet birey için vardır ve bireyin hak ve çıkarı devletinkine önceliklidir. Günümüz anayasalarında hâkim anlayış olan devletin hareket alanının bireyin lehine tanımlanıp sınırlanması ve devlete karşı bireyin haklarının korunarak hareket alanının serbestleştirilmesi bireyci devlet görüşünün başat ve belirgin niteliklerindendir. John Locke ’un tanımladığı ve Mill, Smith vb gibi düşünürlerin geliştirip sürdürdüğü liberalizm görüşü Leviathan canavarına karşı bireyi korumaya yönelik felsefe üzerinde yükselir. Buna karşın organik devlet görüşünde ise, birey devlet için vardır ve devletin hakları bireyinkinden önceliklidir. Bu görüşte devlet belirleyicidir ve bireyin hareket tarzı ve alanı devlet aygıtının varlığı ve hâkimiyeti ile tanımlanmış ve sınırlanmıştır. Hitler Almanya’sı, Mussolini İtalya’sı ve Franco İspanya’sı organik devlet görüşünün tipik uygulama örnekleridir. Organik devlet yapısı sermaye araçlarının özel mülkiyet biçimi altında ortaya çıkan yapılanmadır. Sovyetler yapısı, ekonomik kökeni itibariyle farklı olduğundan bu kategoride düşünülemez.

Bu kısa açıklamalardan AKP yönetimi bağlamında çıkarabileceğimiz sonuçlar şunlar olabilir. Birincisi, AKP’nin menşei, yöneticilerinin geçmişteki beyan ve ifadeleri, iktidara geldikleri dönemin küresel ve Türkiye ekonomik koşulları bağlamında ele alındığında, uygulamanın zaman içinde koyulaşmış olduğu kabul edilebilir olmakla beraber, partinin siyaset felsefesi ve siyaset yapma anlayışı baştan beri belirgindi. O nedenle, yetmez ama evet taifesinin aymazlığı, hiçbir itirazın meşru gösteremeyeceği şekilde ortadadır. Bu gidişatı öngörmemek ya cehalete ya da fırsatçılığa delalet eder. İkincisi, günümüzün neo-liberal politikasının mimarları olan von Hayek, Friedman ve diğerleri -ki bunların arasında Hitler Almanya’sından Türkiye’ye sığınan Wilhelm Röpke ve Aleksander von Rüstow da vardı- dönemin despot yönetimlerine karşı çıkarak neoliberalizmin temellerini oturtmaya çalışmışlardı. Bu gelişmelerden bihaber sözde aydınlar, organik devlet teorisi görüşü üzerinde yükselme eğilimindeki AKP’yi küresel gelişmeleri iyi okuyabilen ve geçmişin baskılarını ortadan kaldırmaya yönelmiş olarak demokrasi başlatıcısı görme gafletine düşmüşlerdir. Üçüncüsü, IMF-Derviş programının sadık uygulayıcısı olan AKP, neo-liberal uygulamalarla emekçinin ve genelde halkın yanında olmayıp, sıkışık küresel sermayenin emrinde icraata yönelecekti. Batı dünyasında yaşanan kriz nedeniyle piyasa arayışındaki küresel reel ve özellikle de finansal sermayeye ülke ekonomisinin denetimsiz ve sorumsuzca açılmasının despotik yönetimi de beraberinde getireceği öngörülmeli idi. Bu görüntünün içte siyasallaşmış dincilikle, dışa yönelik olarak da AB üyeliği söylemleri ile baskılanması da sistemin uygulanabilirliği açısından anlaşılabilirdi. Toplumun baskılanmasının gereği olarak, başkanlık sistemi oluşturulması ve tüm iletişim hatlarının mutlak denetime alınıp, salt tepeden sadır olan düşüncelerin toplumun tüm kesimlerine nüfuzunun sağlanması gerekiyordu. Bu bağlamda devlet yapılanmasında başkan hâkimiyetinde kuvvetler ahengi (kuvvetler ayırımı değil!) ve mutlak denetim kaçınılmazdır. Böyle bir sistem tek parti ve başkan-hâkim düzendir. Bu sistemde, örgütsel yaklaşım çerçevesinde ısrarlı şekilde AKP saflarının muhkemleştirilerek sıkı tutulması, yani toplumun parçalanması gerekir ki, başat görüş politik olarak uygulanabilsin. Güçlendiği zehabı içinde toplumu güçsüzleştiren ve parçalayan bir siyasi kalkış!   

Bu sistem sürdürülemez, çünkü neo-liberal ekonomi politikaları ile derin dış politika hayalleri çelişkilidir. Hele de enerji ve tasarruf açığı olan bir ekonominin neo-liberal uygulamalarda kendisini küresel politikalardan soyutlayarak, bölgesinde hâkim rol üstlenmesi küresel politikalar çerçevesinde makbul görülemez. İktidarın içeride despot olması kadar dış dünyaya da başkaldırır görüntü sergilemesi rastlantısal değildir, ancak dış dünyada gerçekçiliği olmayıp, içe yönelik aldatıcı politika yansımasıdır. Bu itibarla, AKP’nin milletin davası olarak halka yedirdiği ulvî fikirlerin özü olmayıp, siyasallaştırılmış dincilik benzeri tam bir aldatmacadır. Bütün amaç, bir yandan giderek kötüleşen ekonomik sıkıntıların da tetikleyeceği üzere iktidardan düşmemek, diğer yandan da yüklenilen uluslararası misyonun suhuletle yerine getirilmesine yönelik halkı oyalamaktır. Zira günümüz ekonomi sistemine hâkim üretim ilişkileri AKP’nin ifade ettiği mefkûreye değil, ancak bizzat yaşama geçirdiği uygulamaya izin verir.