Şampiyon boksörden öte Muhammed Ali

Üç kez dünya şampiyonu olmuş olan ve geçenlerde terk-i dünya eyleyen Muhammed Ali, boksör olarak tabii ki önemlidir, fakat boksör olmanın ötesinde, Türkiye’de çok insana “insanlık dersi” olacak düzeyde davranış sergilemiş olan bir insandır. Muhammed Ali bir insandı; bağımsız ve özgür bir insandı. İnandığı ve haysiyeti uğruna her şeyini vermede bir an dahi tereddüt etmeyen bir insandı Muhammed Ali. Keşke cenazesine gidip, bu kadar yol kat edileceğine, yaşam öyküsü okunup, ders alınmış olsa idi. Heyhat! Muhammed Ali unvanını, parasını ve hemen her şeyini kaybetme endişesine bir an bile düşmeden, insanlığa düstur olabilecek sağlam fikirleri ve idealleri uğruna haysiyetli bir yaşam sürmüş ve yaşamını öylece sonlandırmıştır. Haysiyetli bir yaşam!

Geliyoruz ülkemize, aydın adı ile etrafa caka satanlar, sanatçı diye halkı peşinden sürükleyenler, hukukçu diye cüce varlığını sahte gücün karşısında önünü kapatmaya yeltendiği cübbesinde saklayanlar ve daha nice nice insanlar, yani insancıklar Türkiye’yi derin bir uçuruma sürükleyen güruha isteyerek ya da zavallılığından destek vererek topluca akıbetimizi hazırlamaktadır. Tam bir çözülen toplum manzarası ile karşı karşıyayız. İspanya karşısında sergilediğimiz futbol ve aldığımız netice toplumun içsel çöküşünün portresidir. Her çöküşün bir süresi vardır ve aydınlıktan korkan böcekler karanlığın tüm nimetleri ile tıkınmalarını sürdürebilmek için demokrasi tuluatında siyasi tercihlerini ülkenin karanlığa sürüklenişi yönünde yaparlar. İş artık “yeter, ama evet” taifesinin akıl tutulmasını da geçmiş, bugün artık başka bir noktaya, belki de terminal aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Nitekim Taksim kışlası konusunun yeniden gündeme getirilmesi, toplumda çatışmanın tetiklenerek, işlerin vahamete sürüklenmesinde yükselecek sesleri daha şiddetle baskılama çabasından başka bir şey değildir. Taksim kışlası yapılınca ya da işgüzar avukat danışmanların hukuk anlayışı ile AKP Anayasası yapılınca Türkiye’ye demokrasi mi gelecek, ekonomimiz mi düzelecek! Bunu o anayasa yapımcısı da biliyor, siyasetçiler de biliyor, amaç toplumu uyutmak ve kaosu sürdürerek toplumsal çözülme ve parçalanmayı gerçekleştirmektir.

Böylesi vahim bir proje iç güçlerin eseri ve düşüncesi olamaz. Böylesi bir proje ancak dış ajanların işidir. Böylesi hain projenin uygulanabilmesi için de görevlendirilmiş siyasilerin milliyetçilik lafını dillerinden düşürmemesi hiç de rastlantı değildir. Günümüzün küreselleşme koşulunda emperyalistlerin karşı olduğu milliyetçilik söyleminin içte siyasetçilerin dillerine sahte biçimde yapıştırılması siyasetçiye yüklenen misyonun anlaşılmaması ve projenin devamına matuftur. Böylece halkın uyanması engellenebildiği gibi, görece sol ve laik kesimin de topluma çağrı yapma kanalları tıkanmaktadır. Yoksa milliyetçilik anlayışı ile ne IMF-Derviş projesini sadakatle uygulanarak ülke sanayisizleştirilir, ne bu kadar özelleştirme yapılabilir ne de finansal serseri fonlara bu kadar yüksek faiz ödenerek ülkenin kalkınma hamlelerine ket vurulurdu. Bu çelişkinin perdelenebilmesi için de, bugün iş işten geçtikten Türkiye sanayisizleştirilerek dış kaynaklara muhtaç edildikten sonra siyasiler göstermelik faiz karşıtlığı sergileyebilmektedir.

Bir insan dünyasal hırsları uğruna bu kadar mı alçalır! Bir insan sanatını ticarileştirirken bu kadar mı küçülür! Bir insan fakültede kafa patlattığı hukuk ilkelerini bu kadar mı ucuza pazarlar! AKP iktidarı hiç çekinmeden anayasa tartışmalarını “biz yapacağız” diye dillendirmektedir. Nerede görülmüştür ki, bir parti ne denli çoğunluk oyunu alırsa alsın, parti damgalı bir anayasa yapacak ve millete armağan edecek! Bunu belki bir parti isteyebilir, hatta bu işe soyunabilir de! Ama bu işe destek veren hukuk müsveddelerine ne demeli! Bugün böylesi gidişata destek verenler yarın kendilerini de büyük bir bela içinde bulacaklardır. Bu iktidarın frensiz gidişatına öncelikle ona doğrudan destek veren yandaşların ikaz ve durdurma olanağı vardır. Bu gurubun içinde bizzat partililer olduğu gibi, tüm parlamento da girmektedir. Eğer bu alan kullanılmazsa ülkeye gerçekten çok yazık olacak.

İçinden geçtiğimiz koşullarda analiz aşaması geçilmiştir. İktisadî ya da siyasi hiçbir analizin artık bu gidişat üzerinde öğretici ya da açıklayıcı rolü olduğuna inanmıyorum. Bugünkü görev, artık görülen gerçeği açıkça ifşa etmek ve açık yüreklilikle bu gidişe son verme yollarını zorlamaktır. Muhammed Ali servetini de şöhretini de elinin tersiyle itebilmiştir. Siyasetin yanındakilerden ve bu gidişata yol döşeyenlerden böylesi haysiyetli davranış bekliyoruz!