Rastlantısal olabilir mi?

Bir zamanlar savaş uçakları yapımcısı bir ABD firmasının -sanırsam Lockheed firması idi- Türkiye’de üst düzeyli bir askeri yetkiliye rüşvet verdiği iddiası ortaya çıktı. Zamanın TIME dergisi bu olayı kapağa taşıdı ve, yanılmıyorsam, bu sayı Türkiye’ye sokulmadı. Malum firma ile ilgili dedikoduların devamında Avrupa’da bir ülke kralının adının da söz konusu firma ile anılır olduğu yayıldı. Bu tür olayları kanıtlamak olası olmadığı için olayı ilgili adlarla vermek hem sakıncalıdır, hem de aradan bunca zaman geçmişken hiçbir değer ifade etmez. Buna rağmen bu tür iddiaların her hal ve koşulda olağan olabileceğinin kanıtı olarak geçmişte yaşanan olaylar örnekler olarak kullanılabilir. 

Zamanımızın teknoloji aşaması artık herkesi ve her olayı şeffaflaştırmaktadır. Wikileks belgeleri ve şimdi de Panama belgeleri böylesi şeffaflığın çok hoş örneklerini oluşturmaktadır. Bu tür bilgileri “hoş” olarak değerlendiriyorum, çünkü toplumun her alanında ve her kademesinde yaşanan tüm gizlilikler etrafa saçılmakta ve bir nebze de olsa toplumsal ahlaka ve demokrasiye hizmet etmektedir.

Tüm toplumsal olaylar ilk aşamada kuşku ve hatta nefretle karşılanıyor olur, ancak zamanla çirkin olaylar da normalleşir, belki de "de facto" durum meşrulaştırılabilir. Bu tür suç sayılabilecek ve gizli olarak gerçekleştirilen oluşumlar her durumda güçlülerin eylemi olduğundan, bizzat güçlüler tarafından bu olaylar zaman içinde rahatlıkla meşrulaştırılır ve toplumlara kabul ettirilebilir. Böylesi süreçler dış ülkelerde olduğu kadar, maalesef, ülkemizde de çeşitli gerekçelere büründürülerek toplumun geneline ve bizzat ilgili siyasi örgüt tabanına da kabul ettirildiği görülebilmektedir. Söz konusu meşrulaştırma ve kabullenmede toplumun sosyo-ekonomik yapısı ve bilinç düzeyi fevkalade etkili olmaktadır.

Panama belgeleri üzerinden kısa bir tartışma yapacak olursak, meselenin ekonomik sistem ve devlet yapısı olarak ikili boyutu olduğunu görürüz. Birincisi, kapitalist sistemde sermaye mülkiyeti ve yaratılan kârın üzerinde oluşturulan mutlak hâkimiyet hakkı toplumun ilgili ilgisiz hemen her kesimi tarafından her türlü sınırları aşacak derecede kutsal kabul edilmektedir. İkincisi, devlet aygıtının getirdiği bazı sınırlamalar ve toplumun üzerinde kurduğu göreli hâkimiyet kapitalistin bazı eylemlerinde gizliliği yeğlemesine ve/veya yan yollara sapmasına neden olmaktadır. Bu iki olgu karşı karşıya geldiğinde, devletin denetim mekanizması kaçakçılığı veya usulsüzlüğü açık ya da örtülü şekilde meşrulaştırma aracı olarak ileri sürülebilmektedir. Hal böyle olunca, kar üzerindeki mutlak mülkiyet hakkını kullanma dürtüsü ile tetiklenen sermaye sahipleri, özellikle de çok yüksek karlara ulaştığında bu paralara güvenli “kasa” aramak durumunda kalmaktalar. Güvenli kasa aranırken de devletlerin usul ve yasaları aleyhine işlemlere başvurulduğundan kaçınılmaz olarak devlet ajanlarına da pay aktarımı zorunlu hale gelmektedir. Ne aşırı kar ne de devlet ajanlarının aşırı birikimi sistem içinde açıkça savunulamadığından topluca ve anlaşmalı olarak yurt-dışı kasalara yönelinmektedir. Bilindiği gibi, geçmişte İsviçre bankalarının güvenli kasa işlevi görmeleri gündemde idi. Günümüzün koşulları ve işlem hacimleri güvenli kasa merkezini üst düzeyli modern ülkeden biraz daha geri konumdaki devlet ya da devletlere taşımaktadır.

Görülüyor ki, emeğin üretimine el koyulurken “hırsızlık” anlayışının kafalara gelmemesi ve vicdanları rahatsız etmemesi, olağanüstü karların ülke dışında bir yerlere taşımasını da vicdanlarda ve kafalarda meşrulaştırmaktadır. Durumun sakıncalı konumu var olan devlet yasaları çerçevesinde gündeme gelmektedir. Eğer devlet yapılanmaları olmamış olsa idi, böyle bir suç da söz konusu olmayacaktı. Nitekim “kıyı bankacılığı” ya da “off-shore bankacılığı” kavram ve uygulaması böylesi yürüyüşün ilk adımları olarak kabul edilebilir. Kısacası, konuya paranın nerede tutulduğundan daha önemli olan, bu paraların nasıl kazanıldığı, kimlerin emek ve alın teri karşılığına el koyularak sahiplenildiği meselesidir. Birinci aşamada yapılan hırsızlığı ve zorbalığı atlayarak, el koyulan servetin nerede tutulduğu, bununla ne kadar vergi kaçırıldığı ile uğraşmak yanlış değildir, ancak meselenin ikinci aşamasının tantanası altında birinci ve asıl aşamayı perdelemektir. Aynı şekilde, bir iktidarın çalışması ile servet yapması arasındaki doğrudan yakın ilişkide de perdelenen nokta, yapılan iş ile edinilen servet arasındaki örtülü bağlantıdır. Siz konusu örtülü bağlantı şudur ki, iş yapılmamış olsa idi zenginleşmenin de olamayacağıdır. Tabiatıyla bunun tersinin de doğru olması söz konusu değildir.