İki devi anarken

İzzettin Önder'in “İki devi anarken” başlıklı köşe yazısı 3 Aralık 2012 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Bugünkü yazıda, kaybetmiş olduğumuz İstanbul Üniversitesi’nin iki değerli öğretim üyesini anma toplantısında yaşadığım duygularımı sizlerle paylaşmak istedim. Bülent Tanör’ü on yıl önce, Server Tanilli’yi de bir yıl evvel kaybettik. Geçen hafta içinde Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği ile Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği’nin birlikte düzenledikleri dolu bir programla, iki dev hocamızı andık. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olan Tanör ve Tanilli’nin ortak nitelikleri toplumsalcı, demokratik, devrimci ve mücadeleci olmaları idi. Bu nitelikleri haiz kişilerin Türkiye’nin “ileri demokrasi” koşullarındaki kaçınılmaz kaderi olan baskı ve şiddet, maalesef, iki değerli hocamızı da nimetlerinden mahrum bırakmadı! Tanör, üniversite yönetimi tarafından tahkikatlarla bezdirilmiş, iki kez yurt dışına gitmek zorunda kalmış idi. Tanilli ise benzer tahkikatlara ilaveten, bir hain kurşunla vurularak, belden aşağısı felçli olarak yaşama mahkûm edilmişti. İki dev hoca da karşılarına çıkarılan zorluklardan ne yıldı ne de taviz verdi bugünkü sefil davranışlara örnek olurcasına güçlü ve yılmaz davranışlar sergilediler.

Toplantıda, Tanör Hoca’nın anayasa konularını dar hukuk kalıplarından süzüp kurtararak, sosyoloji, tarih, felsefe, hatta sanat dallarından kattığı zenginliklerle güçlendirerek öğrencilerine sunduğu anlatıldı. Anayasa hukuku açısından çoğulculuğu irdeleyen Tanör Hoca, “çoğulculuk” karşısında “çoğunluğun tiranlığı” arasındaki derin farkı ortaya koyarken sanki bugünü görüyordu. Günümüz anayasa inşası döneminde sözü dahi edilmeyen “sosyal haklar” görüş ve kavramını anayasa dokusu içine yerleştirmenin önemini de Tanör Hoca şiddetle vurgulamıştır. Bu bağlamda hukuk ile siyaset arasındaki işbirliğinin önemini de yine Tanör Hoca netleştirmiştir.

Diğer dev kişilik olan Tanilli Hoca’dan söz ederken, yargılanışı esnasında kendisinin yazmış olduğu savunmadan bir pasajın, günümüzde tarikatlar karşısında eğilen gerici zihniyetlilere örnek olurcasına belirtilmesi anlamlıdır. Tanilli Hoca’nın ifadesi, mealen, şöyle: “Bir hoca olarak tarafsız olmanın gereği, halkın yararı ve adalet açısından taraflı olmaktır. O taraf, sol’dur.” Ne hazindir ki, İsmail Beşikçi Hoca da, dönemin Ankara Barosu başkanı olan Ankara Üniversitesi öğretim üyesinin bilirkişi raporuna istinaden mahkûmiyet aldığını üzülerek söylemiş idi. Umalım, şimdilerde YÖK tasarısı hainliğine ve ileride karşımıza çıkacak başka hain girişimlere karşı zamanın gidişatında bağışıklık geliştirmeyip, andığımız devlere yakışır dirayet ve basiret gösterebiliriz. Ne var ki, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde asistanlara uygulanan muameleyi protesto niyeti ile yanlarına gittiğimizde, İTÜ’den ne bir hoca ne de bir asistan vardı. Korku ve kişiliksizliğin oluşturduğu bu denli gaflet, toplum için sağlıklı gelecek işareti olamaz!

Tanilli Hoca ürettiği eserlerle günümüzde de bizlere tarihi anlatmakla kalmamakta, aynı zamanda onu değiştirmenin gerekliliğini de belirtmektedir. Tarihi anlamak olanı algılama meselesi, değiştirmek ise haysiyetli bir birey olarak var olanı yaşanabilecek şekle dönüştürme azmi ve iradesidir. Böyle bir atılım ancak kaderciliğe ve baskıya karşı çıkan aydınlanmacı bilinç ve iradenin ürünü olabilir. 4+4+4 ve tasarlanan YÖK projesi ile böyle bir neslin oluşturulması, yıkılışa giden Osmanlı döneminde ne denli olanaklı idi ise, bundan sonra da ancak o denli olanaklı olabilecektir.

Bugün bir Anayasa taslağı yapılmaktadır. Bu arada yönetim biçimi tartışmaya açılıyor safsataları ile başkanlık sistemi dayatılmaya çalışılıyor. Bu durum, salt çok partili rejime geçişi demokrasi olarak algılayan ve, Tanör Hoca’nın fevkalade isabetle vurguladığı gibi, “çoğunluk” ile “çokluk” kavramı arasında nasıl bir despotizme savrulduğunu idrak edemeyen bir topluma bir siyaset biçiminin dayatılmasından başka bir şey değildir. Temsil kabiliyeti zayıf ve lider sultası altında etkinlik gösteremeyen bir parlamentonun bulunduğu, muhalefetin susturulduğu, kuvvetler ayrılığının felce uğratıldığı, yargıya alenen gönderme ve siparişler yapıldığı bir düzende salt seçimleri demokratik işleyiş olarak algılayan bir topluma başkanlık sistemi görüntüsü altında tiran yönetimi dayatılmaktadır. Bunun anlamı, “de facto” başkanlık uygulaması, “de jure” başkanlık sistemine dönüştürülmek istenmesidir. Kısacası, fiili durum resmi statüye kavuşturulamaya çalışılmaktadır. İşte bu noktada Tanilli Hoca’nın yaklaşık otuz yıl önce, kurumların ve bireylerin sorumluluk ve cesaret düzeyinin yüksek olmadığı toplumlarda başkanlık sisteminin demokrasi açısından mevcut vahim durumu daha da büyüteceği görüşü ufkumuzu açmakta, önümüzü aydınlatmaktadır.

Demokrasi, özgürlük ve sol açılımı, mücadeleyi ve bedel ödemeyi gerektirir. Tanör ve Tanilli Hocalar bu yolda bedel ödemiş, bu davranışları ile bizlere ışık tutan iki devdir. Umalım, daha fazla devi kurban vermeden, toplumuz ve tüm insanlık, insana yaraşır haysiyetli yola, yani insanlığın akıl yolu olan sol yola girer!