Hangi kriz geliyor?

The Economist dergisi geçen haftalardan birinde Türkiye'de AKP'nin tahtından indirilmesi için ekonomik krize ümidini bağlamış muhalefetten söz ediyordu. Belli ki, derginin Türkiye muhabiri çok fazla muhalefet çevreleri ile temas kurmuş.

Seçime giderken ekonomik kriz söylemlerinin sıklaşacağı ve böylece AKP'nin despotluğuna darbe vurulacağı düşünülebilir. Bu yolda her şey mubahtır, ancak iki olguyu birbirinde ayırmak hem anlamlıdır, hem de gerekli.

Birincisi, AKP'nin despotluğu salt seçim sonucunda oylarının düşmesi ile önlenemeyeceği öngörülmelidir. Siyasi söylemde koalisyonun anlamı "kütük yuvarlamaktır". Yani hiç bir tarafın tek başına yuvarlayamayacağı bir kütüğü, taraflar işlem bittikten sonra ayrılmak üzere, geçici süre için birleşerek müştereken yuvarlamaya soyunabilirler. Seçim sonrası olası senaryoları düşündüğümüzde, AKP oyları biraz erimiş olarak iktidara gelse ya da koalisyon yapmak zorunda olsa da AKP zulmü bitmiş olmayabilir. Zira, çok büyük bir olasılıkla, AKP bu ittifakı parlamentoda güçlü olmayan fakat gücünü çok aşan siyasi amacı olan bir parti ile yapabilir. İşte böyle bir durumda AKP istediğini yapabileceği gibi, cumhurbaşkanının kafasına koyduğu tek zırhı olan başkanlık da gündeme gelebilir. Böyle bir ittifak karşısında tüm diğer partiler kendi aralarında ittifak oluşturamayacağı gibi, oluşuma da güçlü olarak karşı çıkıp, engelleyemezler. Kim bilir, belki de böyle temeller atılıyor olabilir. Her ne kadar başkanlığa onay vermeyeceğiz dense de, Demirel'in veciz ifadesiyle, "dün dündür, bugün bugündür". Kısacası biz ekonomik krizle ilgilenirken, diğer taraftan kütük yuvarlayıcılar aralarında seçim öncesi işleri pişirmiş ya da seçim sonrası hesapları yapıyor olabilirler. Umalım, yanılıyorumdur!

İkinci mesele olarak ekonomi konusuna gelince, kriz olarak devamlı durgunluk kastediliyorsa, zaten bu uzun yıllardan beri devam etmektedir. 2008 krizi ertesinde olağanüstü büyüme gibi bazı dönemlerdeki düşüşler de çıkışlar da fazla anlamlı değildir; ortalama gelir artış hızı % 3,5'larda seyrederek, istenen düzeyde değildir. Ancak, bu tür dalgalanmaların ne anlama geldiği konusunda genel yargı oluşturulmalıdır. Bir kere, ulusal gelirdeki sismografik kayda benzer kısa dönemli iniş-çıkışlar istikrarsızlığı gösterir. Söz konusu istikrarsızlık da ekonominin iç dayanıksızlığı karşısında ani dış şoklarla ilgilidir. Bu hikaye artık herkes tarafından bilinmektedir: Yüksek faize bağlı olarak dışarıdan gelen sıcak para. Bu durumu açıklayan diğer bir faktör de, ekonomide ara sıra görülen yükselişlerin yatırımlardan değil, tüketimden kaynaklanıyor olmasıdır. Sıcak para dünya ortalamasının üzerinde faiz kazanırken içeride borsa ve tüketimi harekete geçiriyorsa, bunların anlamı da hızlı bir gelir dağılımı bozulması ve yatırımsızlığa koşan bir ekonomidir. Ve nihayet, genel görünüm olarak; birincisi uzun zaman boyunca zig-zag yapan ulusal gelirin ortalamasının % 3 - 3,5 dolayını geçmemesi, ikincisi ise tasarruf oranının % 13'lerde olmak üzere yerlerde sürünüyor olması, ki zaten bu işaretler devamlı kriz göstergeleridir. Oysa, hiç değilse orta gelir tuzağını kırabilmek için yıllık % 5 ve üzeri gelir artışına, % 20'ler ve üzeri tasarruf oranına  gereksinim vardır.

Akıl almaz bir aymazlıkla, paralar inşaata gömüldükçe, İspanya benzeri bir açmazla karşı karşıya kalmak da kader olsa gerek. En iyi ihtimalle, Ortadoğu zenginlerine bir seferlik satış anlamında "ihraç edilebilir" mal gibi görülebilecek inşaat, bir seferlik safahatını tamamladıktan sonra, ölü yatırım olarak bir kenarda amortismanını beklemeye mahkumdur. Atalardan kalma anıtlar ya da mabetlerin süslenmesi ise göze hoş, ama cebe boş işlemlerdir. İnsanları ibadetlerini evde de, arazide de yapabilir. Batı'da süslü kiliseler ve katedraller akıl çağının değil, sömürü çağının eserleridir.

Tam bir akıl tutulması olarak bir yandan IMF politikalarının uygulanması, diğer yandan da paranın taşa toprağa gömülmesi zaten kriz habercileri değil mi idi! Şöyle ki, söz konusu politikalarla ekonomi üretimden uzaklaştırılıp, dışarıya yüklü kaynak aktarımı gerçekleştirilerek tedricen göreli olarak güçsüzleştiriyordu. Bunun nedeni, bir insanın hırsı uğruna, AKP iktidarının Batı emperyalizminin dümen suyunda sürüklenir olmasıdır. Bugün iktisatçılarımızın ya da aydın ve sanatçı geçinenlerin işin sonunun gözüktüğü anda meydana çıkmaları hiçbir anlam ifade etmez, kendi cehalet ve hıyaneti dışlında! Salt ekonomi değil, tüm toplum tam bir ahlak çöküşü içinde derin bir krizdedir. Demokrasi şarlatanlığında toplumun tüm saldırganlığı bütün dehşeti ile ortaya saçılmamakta mıdır! Bu saldırganlığa sebep olanların başında siyasi rol modelleri yok mu dur!