Bu ulus bu siyaseti hak etmiyor

Terör hiçbir şekilde tasvip edilemez. Siyasi kanalların tıkanıklığının sonucu olarak görülse dahi, terör tasvip edilemez. Bu kadar acı yaşandıktan ve güvenliğimiz nerede ise sıfır noktasına inmişken, “şehitlerimizin kanları yerde kalmayacak” vb gibi beylik lafları bir tarafa bırakıp, toplumumuzu sarsan olaylar ya da terör belasını anatomisi ve fizyolojisi ile tahlil edip, bir çözüm bulmak zorundayız. 1960’ların ve Demokrat Parti yönetiminin sonuna doğru gelinirken partinin kullandığı “tenkil” veya “bastırma” sözcüğünü değil, çözüm sözcüğünü kasıtlı olarak kullandım, çünkü terörü baskılamak, anında değilse bile, bir fırsatını bulduğunda hiç ummadık bir noktada toplumu tekrar vurabilir. Nitekim içimizi dağlayan son terör olayı, sanki ortalık biraz olsun sakinleşti dediğimiz bir anda, hiç ummadık yerde çirkin yüzünü gösterdi. Demek ki, terörün kaynağı hala canlı ve bilinmedik hedefine odaklanmış olarak her fırsatı değerlendirmektedir. Terörle salt silahlı mücadele, çok güzel bir benzetme ile, çekiçle hücreyi öldürme garabetine benzer. O nedenle, terörün kaynağına inmek, salt fizik olarak yuvalarına girmek olarak değil de, siyasi olarak terör dürtülerinin şifresini çözmek şeklinde anlaşılmalıdır. Bu dilekle, ulusumuza başsağlığı ve yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet diliyorum!

İktidar partisi, ileride kendi siyasi etik hanesine kara leke olarak geçecek önemli bir hamleye yönelmiş bulunmaktadır. İktidar partisi, toplumsal temsil yapısı oldukça tartışmalı bir parlamento çatısı altında, kendisine kardeş bellediği bir siyasi parti ile bir takım manevralar ve karşılıklı alış-verişlerden sonra, çoğunluğunu elinde tuttuğu parlamento yetkilerini bizzat kendi oyları ile bir kişiye devretmeye hazırlanmaktadır. Söz konusu girişimin yeni anayasa olmayıp, yirmi küsur maddelik bir değişim olarak topluma sunulma aldatmacasına rağmen, aslında tasarlanan çok temel siyasi yapılanma değişimini amaçlayan köklü bir yeniden yapılanma belgesidir. Türkiye bir rejim değişikliğine sürüklenmektedir.  Böyle bir belgenin kotarılıp topluma sunulması ne tek başına iktidardaki partinin ne de tüm cari parlamentonun yetkisindedir. Böyle bir rejim değişikliği önerisini ancak bir kurucu meclis, uzun erimli tartışmalar sonucunda yapıp, olağan bir dönemde halkoyuna sunarak gerçekleştirebilir. Girişilen usulsüz proje yapılışı itibariyle maddi anlamda hukuksal bir temele dayanmadığı gibi, bir şekilde zor ve şantajla kabul ettirilip uygulamaya sokulsa dahi, toplumu temelinden sarsacak ve belki de bugünlerden daha vahim olaylara sürükleyecektir.

Anayasa, olağan yasa metin ve ruhundan çok ayrı olarak farklı toplumsal kesimlerin bir tür iletişim ve anlaşma vesikasıdır. Toplumun bir kesimin tercihini doğal olarak diğer kesim benimsemeyebilir, ancak her iki taraf da, müşterek yaşam koşuluna uyma zarureti bilinci ile bir noktada anlaşmaya vararak, toplumsal yaşamda huzuru sağlayabilir. Bunun dışındaki her çözüm dayatmadır ve toplumu sonu alınamaz huzursuzluk ve kaosa taşır.

Solo konserlerde sanatkârın detone olma riski çok yüksektir, oysa koro konserlerinde hemen hiçbir zaman böyle bir risk söz konusu değildir. Siyasette de bir siyasinin mantığı ve amacı toplumsal yaşamı sarsar ve huzuru bozabilir. Bu gidişatı düzeltecek olan parlamentodur. Parlamento bir korodur, ancak toplulaştırılmış değil, münferit iradelerin ortaya koyulduğu bir korodur. Çok net söylemem gerekiyor; evet, parlamento bir korodur, ancak yoğun, usulsüz ve çirkin markaj altında iradesini ortaya koyamayan kurşun askerler korosu değildir, olmamalıdır.  Parlamentonun böylesi yaşamsal kararlarda grup olarak kenetlenmeleri ya da parlamenterler markaja boyun eğmeleri durumunda seçmenlerden aldıkları oyun hakkını vermemiş olurlar ve böylesi sapkın davranışlarından kendi vicdanlarında olduğu kadar seçmenine ve tüm halka karşı da hesap veremeyeceği sorumluluk altına girmiş olurlar.

Parlamentoya sunulan tasarıda 600 kişilik parlamento karşısında tek kişi kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini elinde tutacaktır. Tek başına bir kişi parlamentonun tümü ile denk durumda olurken, yargının da yarısını kedisi, yarısını da kendi tertiplediği parlamento seçecektir. Böyle bağımsız (!..) yargı, tek kişilik mutlak otoritenin atayacağı milletvekillerinin büyük çoğunluğunun karar vermesi durumunda kendi efendisini yargılayabilecektir. Doğrusu anlamada zorlandığım bu hükümleri, umarım ki, ünlü yetmez ama evet tayfası devreye girerek hepimize açıklar.

Bir toplumun müşterek yaşama kurallarını ve bu amaca yönelik olarak devletin yapısını belirleyen ve halka karşı siyasilerin davranış alanını sınırlayan anayasa, böylesine iki kardeş partisinin gizli görüşmeleri ve tertiplenmiş baskı altındaki bir parlamentonun az buçuk oyu ile ve OHAL gibi olağanüstü dönemde halkoyuna sunularak yaşama geçirilmiş bir metin olamaz. Tüm çağdaş hukuk kurallarının çiğnenerek, halka zorla dayatılan bu metin umarım bir yerde takılarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz karası olarak tarihe geçmez.

AKP ve siyasi liderlerinin 14 yıllık iktidarları döneminde toplumu sürükledikleri olumsuz koşulların hesabını vermedeki endişeleridir ki, böylesi başka hukuksuzluklarla rejim değişikliği yapacak olan metni halka dayatmaktadır. Tek parti ile sürüklendiğimiz nokta, tek insan yönetiminin de bugünkü görüntüsüdür. Ne var ki, dünya emperyalizmi ve burjuvazi demek ki tek parti ile yetinmeyip, tek siyasiyi karşısında görmek ve ricalarını(!) ona iletmek istemektedir. Hal böyle iken, halk iradesinin tecelli ettiği parlamentonun yerine bir kişiyi ikame etmek, halk iradesinin yerine emperyalistin iradesini geçirmektir. Böyle bir irade değişikliği onayını iradesini terk etme durumunda olacak halktan ve onun parlamentosundan almaya kalkmak, daha başlangıçta diktatörlüğün ilk adımıdır.  Böylesi bir siyasi dayatmayı özgürlüğüne düşkün bu halk hak etmemektedir ve irade terki yoluna asla gitmeyecektir!