Syriza mı daha radikal, bizimkiler mi?

Dün Taksim’e işçi sınıfının bayrağını diken komünistleri kutlayarak başlamalıyız.

Ama bu yazı komünistlerle değil, radikal demokratlarla ilgili.

HDP ve CHP seçim vaatlerini açıkladılar, şimdi vaatler Syriza’nınkilerle “radikallik” açısından karşılaştırılabilir.

Syriza yalan bile olsa Yunanistan’ın dış borçlarını ödemeyeceğini vaat etmişti.

Bizimkiler dış borçları ağızlarına bile almıyor.

Syriza Yunan halkının duymak istediğini söyledi oy almak için, bizimkiler ise sahte ve geçici bir refah dönemini devam ettireceklerini vaat ediyorlar.

Hangisi daha radikal?

Bunu geçelim ama dış borç sorunu etrafından dolaşılacak bir konu değil. AKP ekonomiyi devraldığında 130 milyar dolar civarında olan dış borç bugün 400 milyar dolara tırmanmış.

Tarihten çok iyi biliyoruz, bu para geri ödenmesi için değil, tuzağa düşürmek ve teslim almak için verilir.

Kırım Savaşı bazı ülkeler için bir dönüm noktası oldu. Osmanlı ise 1854’de ilk dış borcunu aldı. İlk borçtan 30 sene sonra borçlarını ödeyemeyecek duruma düşen Osmanlı, iktisadi olarak esir alındı. Düyun-u Umumiye bundan başka bir şey değildi.

1923’ün devrimcileri, emperyalist devletlere karşı tutarlı bir siyasetleri olmadığı için mi, güçleri yetmediği için mi –bu ayrı bir tartışma konusu- borçları üstlendiler ama egemenliğe ve bağımsızlığa inanıyorlardı ve borçları 25 yıl kadar bir süre içinde ödeyip sıfırladılar.

Sonra tekrar dış borç alınmaya başlandı, özellikle 1980’den sonra. Emperyalist entegrasyonun en bilinen diz çöktürme mekanizmasıydı.

2001 krizi bir borç ödeyememe krizi olarak patladı ve CHP iktidar olursa tekrar bakanlığa davet edilen Kemal Derviş teslim koşullarını içerden biriymiş gibi dayatan ajan oldu.

AKP ise teslim koşulları doğrultusunda halkımıza ait iktisadi zenginliklerin mülk devrini hatırı sayılır büyüklükte komisyonları cebine indirerek gerçekleştirdi.

İliğimize kadar soyulmamıza ve kağıt üzerinde iflas etmiş bir ülke olmamıza rağmen bu dönemin özelliği kolay borç bulunmasıydı. Devlet, özel sektör ve bireyler anormal bir hızla borçlandılar.

Bu şekilde;  hem soygun, çürüme ve rüşvetle döşenen dönem bir refah yanılsaması yarattı, hem  sürekli olarak uluslararası mali sermayeye sömürüldük, hem de bir sonraki teslim alışın tuzağı örülmüş oldu.

Bir sonraki teslim alışta –uluslararası hukuka ve siyasete göre- bize ait bir ülke kalmayacak. Bu noktaya hızla yaklaşıyoruz.

Bizim radikal demokratlar bu yaşamsal meselenin üzerinden atlıyorlar.

Şu kadarını söyleyelim, bu siyasetlerin içinde solcular olabilir, vaatleri Çipras’ın özel yaşamı kadar radikal olabilir, ama programlarını ve vaatlerini ele aldığınız zaman sola ait olmadıklarını görüyoruz.

Çünkü dış borçları ödememek için ön koşul olarak işçi sınıfına karşı 20 bin polis ve 62 TOMA’nın koruduğu Taksim Meydanına girip bayrağı dikecek cesaret gerekiyor.