Seri katil ve işbirlikçileri, nereye kadar?

Bir devletin alenen seri katil gibi davrandığı bir olayla karşı karşıyayız.

Suudi muhalif gazeteci Kaşıkçı, evlenebilmek için ABD’den Türkiye’ye yönlediriliyor. Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğu’ndan randevu aldığı gün, iki özel uçakla gelen Suudi devleti görevlileri bavullarla içeri giriyorlar. O gün Konsolosluğun Türk görevlilerine izin verilmiş ve kameralar kapatılmış. Kaşıkçı içeri giriyor ve bir daha çıkamıyor. Görevliler ise o gün Konsolosluğu terk ediyorlar ve özel uçaklarıyla Türkiye’den ayrılıyorlar.

Çok büyük olasılıkla, Kaşıkçı’ya bir tuzak kuruluyor, konsolosluğa girer girmez sorgulanıp öldürülüyor ve bedeni parçalara ayrılıyor (ekipte bir otopsi uzmanı da bulunuyor) ve bir şekilde ceset parçaları Konsolosluk binasından çıkartılıyor.

Adeta bir korku filmi.

Ama daha beter, çünkü film değil, gerçek!

Haber alma örgütlerinin birbirinin içine geçmesi ve özellikle ABD devletindeki çatlaklar nedeniyle başka bilgiler, -hadi söylentiler diyelim- ortalığa saçılıyor. ABD’nin bu tuzağı başından beri bildiği ama en azından seyrettiği, Türkiye istihbaratının ise olağan faaliyetler içinde Konsolosluğu dinlediği ve testere sesi de dâhil her şeyi canlı olarak izlediği söyleniyor.

Başlıktaki seri katilliğe gelince, evet bir devlet başka bir ülkede bu kadar göstererek cinayet işliyorsa, kim bilir kendi ülkesinde neler yapmıştır. Ama seri katilliği bu spekülasyona değil, Suudi Arabistan’ın Yemen’de işlediği cinayetlere dayandıracağız.

Yemen’in kendi içindeki iktidar mücadelesine müdahil olan Suudi Arabistan’ın öncülüğündeki koalisyonun üç yıl önce başlayan saldırısı, zaten yoksul bir ülke olan Yemen’i ve halkını bir felakete sürükledi.

Bu saldırılarda 10 bin Yemenlinin bombalar altında can verdiği, uygulanan abluka nedeniyle tedavi edilemeyen 27 bin Yemenlinin ise tedavi edilebilir hastalıklardan öldüğü söyleniyor.

Denizden yapılan kuşatma ve alt yapının bilinçli bir şekilde tahrip edilmesi nedeniyle kolera salgınında on binlerce çocuğun öldüğü ve milyonlarcasının açlıktan kırılma tehlikesi altında olduğu bildiriliyor.

Ülkenin başkenti Sana’da sadece dört günde bir musluklardan temiz su akarken, Taiz’de ayda bir kez su verilebiliyormuş.

Bütün insanlığın gözü önünde bir cinayet işleniyor.

Geçtiğimiz yaz Koalisyonun yaptığı saldırıda bir okul servisi hedef alındı ve 40 çocuk yaşamını yitirdi. Ancak bunun bir “hata” olmadığı, özellikle Kaşıkçı cinayetinden sonra daha iyi anlaşılıyor. Suudi Arabistan’ı yöneten Salman’ın “Uluslararası eleştiriler umurunuzda olmasın. Çocuklarının, kadınlarının ve hatta erkeklerinin Suudi Arabistan’ın adı telaffuz edildiğinde korkudan titremesini istiyoruz” dediği ileri sürülüyor.

Gerçekten uluslararası tepkiler umurlarında değil, nasıl olsa Rusya ve Çin için emperyalist hegemonya krizinde fay hattı Yemen’den geçmiyor. Ve bütün diğer emperyalist ülkeler, nasıl da katillerin işbirlikçisi olduklarını göstermek için adeta sıraya girmişler. Suudi Arabistan ABD’nin yüz milyarlarca dolarla ifade edilen bir silah pazarı. O insan haklarına çok saygılı gözüken sahtekâr Alman burjuvazisi, çok yeni 300 milyon dolarlık bir silah satışı yaptı Suudi Arabistan’a. Ölülerin üstlerinden toplanan bomba parçalarında ABD’li silah tekellerinin adı okunuyor.

Tekrar gelelim Kaşıkçı cinayetine. Trump bekleneni söyledi, “Ne yapalım yani, bu cinayet nedeniyle Suudi Arabistan’a silah satmaktan vazgeçecek değiliz.”

Türkiye ise cinayeti araştırmak için Suudi Arabistan ile ortak bir komisyon kuracağını duyurdu. Düşünün, cinayetin en önemli sanığını araştırma komisyonuna alıyorsunuz!

Sermaye sınıfı böylesine barbarca bir düzeni nasıl idare ediyor dersiniz? Sermaye eğer emekçi sınıfları kendisi kadar namussuzlaştırabiliyorsa, düzeni idare etme şansı buluyor.

Buna da ideolojik mücadele deniyor, bizimle onlar arasında.