Rejim değişikliği ve yılkı insanları

Katliamlardan, akan kandan ve terör tehdidinden değişen rejimin özünü unutuyoruz bazen. Yaşanan vahşet bu özün yansımasından başka bir şey değil oysa.

Tahsin Yücel ünlü romanı “Gökdelen”i 2006’da yayınladı. 2078 yılında geçen kabus gibi bir kurguya sahipti roman.

Bütün İstanbul gökdelenlerle kaplanmıştır, ancak tek bir kişi, bir emekli öğretmen bahçe içindeki eski evini inşaat tekeline satmamak için direnmektedir. Hukuksal dayanağı aşmak için yargının özelleştirilmesine karar verilir. Başbakanın da içinde olduğu mafyatik şirket için bu dönüşüm zor olmayacaktır.

Emekli öğretmen evini yıkımcılara karşı savunurken kolluk güçlerinin ateşi ile moleküllerine ayrılır.

Geçen gün Ankara’nın göbeğinde Saraçoğlu Mahallesi’ne tamamen hukuk dışı bir şekilde fakat polis gözetiminde saldırı oldu. Aileleri evlerden tahliye etmek için baltalarla kapılarını kırdılar, evlerini savunmak isteyenleri dövdüler, yerlerde sürüklediler.

Saraçoğlu Mahallesi, bir sit ve Ankara’nın ilk toplu konut alanı, AVM yapılmak isteniyor.

Hukukun özelleştirilmediğini kim söyleyebilir. Rejim değişikliğinden sonra artık hukuk büyük kapitalist şirketlerin hırsına indirgenmiştir.

HES yapmak için köylülere yapılanlar şimdi gözümüzün önünde başkentin en merkezi yerinde uygulanıyor.

“Kaçak Saray” Erdoğan’ın hukuk tanımazlığının değil, bu yeni rejimin, kapitalist şirketlerin, tekellerin sonsuz hükümranlığının bayrağı olarak AOÇ’ye dikildi.

Gökdelen’de arka planda çok ilginç bir tema kendini zaman zaman gösterir ve romanın sonunu belirler: Yılkı insanları

Kapitalizmin gözden çıkardığı, işsiz, evsiz ve geleceksiz bıraktığı milyonlarca insan uygarlık dışında sürüler halinde kentlerin dışında yaşamaktadır.  

Gerçek dışı mı? Ülkeleri, evleri yakılmış yıkılmış, geleceği yok edilmiş, aşağılanmış, kendi toplumlarında her biri bir değer olan kimlikleri ellerinden alınmış ve “mülteci” olarak damgalanmış milyonlar sürüler halinde dolaşmıyor mu her yerde?

Rejim değişikliğini Birinci Cumhuriyet’ten İkinciye geçiş olarak tanımlarken belki de bir hata yaptık. Rejimin niteliğindeki köklü değişikliği vurgularken çok haklıydık ama aslında İkincisi bir düzen bile değildi.

Birinci de yaşayan bir insan doğal olarak ikincisinin de yerleşik bir düzen olacağını düşünür. Ulusal sınırlar içinde kalkınmaya dayanan, sosyalizmden deli gibi korkan ama sosyal devlet uygulamalarını yürürlükte tutan, işçi sınıfı siyasetine düşman ama popülist politikalar izleyen, emperyalist devletlerle işbirliği yapan ama bunu ulusal sınırlarını korumak için kullanan bir rejim görece istikrarlı bir düzene sahiptir.

Ya ikinci?

Ulusal sınırların emperyalist komplolarla eridiği, ülkeye sadece tekellerin yağma ve sömürü alanı olarak bakıldığı, yargının, yasamanın ve yürütmenin büyük şirketlerin dolayımsız hükümranlığını temsil ettiği bir yerde düzen filan olmaz.

Süreklileşmiş bir krizin düzen yerine geçtiği, yüzden fazla kişinin parçalanarak ölmesinin sıradan bir siyasi araca dönüştüğü, felaketin sınırlarında dolaşılan bir coğrafyadır artık ülkemiz.

Bu hata nedeniyle Tahsin Yücel, olağanüstü sezgi yeteneğine rağmen,  romanının 70 yıl sonra değil de 10 yıl sonra gerçekleşeceğini görememiştir.

Ne bu rejimi yaratanlara, ne muhalefet gibi gözüken işbirlikçilerine, ne bu düzen olmayan düzeni yönetmek isteyenlere pay var.

Bütün iktidar –Tahsin Yücel’in romanında gözükmeyen- işçi sınıfı siyasetinin öncülüğündeki yılkı insanlarına…