Onurlu yaşamak

Geçen hafta cumartesi günü Küba ziyaretinde olduğum için yazımı gönderemedim. Gezimizin sonuna geldik*, umarım Havana´dan yazdığım bu yazı elinize geçer.

Küba tarihinde bütün ayaklanmalar ve devrimci süreçler adanın doğusundan başlayıp batıya doğru yönelmiş, başkent olduğundan beri batıdaki Havana’yı hedef almış. İspanyol işgalinden sonraki ilk yerli ayaklanması, burjuva devrimlerine eşlik eden ulusal kurtuluş mücadeleleri, Granma ile Küba’ya erişen devrimcilerin başlattığı ve sosyalist devrimle sonuçlanan mücadele hep adanın dağlık bölgesi olan doğusunda istim almış.

Gezimiz bu devrim rotasını izledi, adanın en doğusundan başlayarak batısına yöneldi ve Havana’da sonlandı. Christopher Colombus’un ilk kez adaya ayak bastığı ve o günkü güzelliğini koruyan Baracoa aynı zamanda yerli isyanının liderinin yakılarak öldürüldüğü yer. Santiago de Cuba’da ise Moncado kışlasının duvarlarında Fidel ve arkadaşlarının 62 yıl önce sıktıkları kurşunların izleri bütün sıcaklığı ile görülüyor. Santa Clara’da Che’nin liderliğindeki devrimcilerin devirerek ele geçirdiği Batista’nın zırhlı treninin vagonlarının tekerlekleri havada dönüp duruyor.

Ama son devrim sürecinin hikayesine zaten aşinasınız, size daha az bildiğinizi tahmin ettiğim ve Küba’da devrimin bir şans değil köklü bir gelenek olduğunu gösteren başka bir hikaye anlatacağım.

Küba’da her kentin yaşamda cok önemli rolleri olan meydanları var. Adanın doğusundaki kentlerden Bayamo’nun meydanında iki kişinin heykeli karşılıklı durmus birbirine bakıyor. Evleri de meydanda birbirine bakan ve gençlik arkadaşı olan bu iki kişiden biri İspanyollara karşı bağımsızlık savaşını başlatan ve köleciliğe karşı çıkan Cespedes, diğeri ise Küba’nın halen kullanılan ulusal marşının bestecisi Figueredo.  

1850’li yıllarda darılan eşler için pencerenin dibinde serenat geleneğini başlatan gençler, on yıl  sonra kendilerini amansız bir savaşın içinde bulacaklarını asla tahmin edemezlerdi. İspanya monarşisinin şeker sömürgesine dönüştürerek bütün egemenlik haklarını elinde tuttuğu iktidara karşı verilen silahlı mücadele Cespedes’in öncülüğünde başlıyor ve yıllarca sürüyor. Uzlaşmaya yanaşmadığı için esir alınan oğlu kurşuna dizildiğinde Cespedes, Küba’nın bütün çocuklarının kendi evladı olduğunu söylüyor. Kurtarılan Bayamo’nun tekrar İspanyolların eline geceçeği anlaşılınca Cespedes kendi evinden başlayarak Bayamo’yu yakıyor.

Meydandaki Figueredo heykelinin altında ulusal marşın notaları ve sözleri var. Tamamı okunmuyormuş, düşünün İspanya ile yapılan bir ulusal spor karşılaşmasında şu sözlerin söylendiğini: „Küba yaşıyor, geberdi İspanya“

Ama okunan kısımda şu sözler çok anlamlı:

"Zincirlerimizle yaşamak
Yaşamaktır onursuzlukla ve boyun eğerek"

Şimdi meydanda çocuklar kırılmış zincirlerin keyfini çıkartıyor, sosyalizmde yaratılacağını söylediğimiz kolektif kültürün ipuçları güçlü bir şekilde hissediliyor. Meydanın dört bir yanından konser sesleri geliyor, her yaştan insanın kaynaştığı, dans ettiği, çocukların basınca ışık saçan ayakkabıları ile bir düğündeymiş gibi koşuştuğu, iri bir beyaz tekenin bir çocuk arabasını çektiği, rüyaya benzeyen görüntüler günlük yaşamın parçası.

Fırsat buldukça Türkiye haberlerini izledim. Süren gericiliğin küstahlığı, İncirlik üssünün varlığı ve ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesi için kulandırılması, Suriye komplosuna dahil olmanın utancı, sürüp giden yağma düzeni...

Bağımsızlık, eşitlik, özgürlük bir yana, onurlu yaşamak için de devrime gereksinim var.

Küba insanlık tarihinde bunun yaşayan kanıtı olarak dikiliyor karşımıza.


*Geziyi düzenleyen Jose Marti Küba Dostluk Dernegi'ne teşekkürler...