Küreselleşme mi, yurtseverlik mi?

Trump geçen hafta BM Genel Kurulu’nda “Günümüz küreselleşmecilerin değil, yurtseverlerin dönemi olacak” diye buyurdu.

Bir kere ABD emperyalizminin bu mendebur temsilcisinin ağzına “yurtseverlik” kavramının hiç yakışmadığını söyleyelim.

Sermaye sınıfının yurtseverliği burjuva devrimleri çağında kaldı. Artık bu asalak sınıfın yurdu İsviçre bankalarında istifledikleri paraları, ülke dışında emekçileri sömürdükleri yatırımları ve nerede daha fazla faiz varsa oraya üşüştükleri ve aynı hızla çekilip mahvedecekleri ülkelerdir.

Yurtseverliğin bugün, Suriye gibi emperyalizmin ağır saldırısı altındaki, çağımızı yansıtmayan bir iki ülkeyi saymazsak, emekçi sınıfların tekelinde olduğunu söylemeliyiz.

Emekçiler bu özelliklerini tarihte defalarca kanıtlama fırsatı buldular. 

Paris Komünü’nde Alman işgaline karşı kendi burjuvazisine rağmen savaşan Parisli emekçilerdi.

Alman faşizminin saldırısına karşı anayurt savunmasında Sovyet halkları destanlaştı.

Vietnamlı emekçiler, önce Fransız, sonra ABD emperyalizmini dize getirdiler.

Domuzlar Körfezinde Küba halkı ABD’ye ve yardakçılarına unutulmaz bir ders verdi.

Türkiye tarihi de Mustafa Suphi’lerden Nâzım’a, Behice’lerden Deniz’lere emekçi sınıfların yurtseverliğinin örnekleriyle parlıyor.

Sermayenin ağzına yakışan ve kullanmalarına itiraz etmeyeceğimiz kavram “milliyetçilik”tir. Çünkü kendi kirli çıkarları için ve diğer ulusların emekçilerine karşı işçileri ve köylüleri seferber etmenin yolu, herkesi onlarla birlikte aynı teknede olduğuna inandırmalarıdır.

Peki neden Trump küreselleşmeye karşı yurtseverliği övdü?

Oysa 1990’larda Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle birlikte ağızlarından “küreselleşme”yi hiç düşürmüyorlardı. Emperyalizmin en çok kullandığı kavram artık dünyanın küreselleşeceğiydi.

İşçi sınıfının devletli hali büyük ölçüde sönümlenmiş, ABD emperyalizminin hegemonyası altında bütün dünyanın bütünleşmesinin önünde engel kalmamıştı.

Artık Kautsky’nin devrim kaçamağı için teorize ettiği “ultra-emperyalizm” gerçekleşebilir, bir devletler hiyerarşisi içinde bütün dünya emekçilerinin mükemmel bir şekilde sömürüldüğü, pürüzsüz bir emperyalist düzen inşa edilebilirdi.

Yalnız bu dünya düzeni için Yugoslavya, Irak, Suriye, Libya gibi pürüzlü yüzeyler tıraşlanacaktı.

Ama işler hiç de Trumpgillerin hayal ettiği gibi gelişmedi. Eşitsiz gelişim yasası bir kez daha çalıştı.

Kendi aç gözlülükleri yüzünden kuralsız, vergisiz, ucuz emek gücü ile dolu Çin’in serbest bölgelerine büyük bir sermaye yığılmasına neden oldular. Çin bu büyük sermaye akışı ile bir dünya fabrikası haline geldi, ürettiği mallar ABD’yi kapladı. Çin, geliştirdiği uluslararası ittifak sistemi, yüksek teknoloji ve bir “küreselleşme” stratejisi ile dünyanın yeniden paylaşılmasını istemeye başladı.

Trump’ın söylemi hem gerilemekte olan bir emperyalist devletin savunma hattına çekildiğini yansıtıyor, hem de emperyalizmin dünyayı bütünleştirme iddiasının yenilgisine işaret ediyor.

İngiltere’nin aciz durumuna, Avrupa Birliği’nin çözülme eğilimine girmesine bir kez bakın. Her yerde milliyetçilik yükseliyor.

Marx’ın ünlü bir öngörüsü vardır:

Bir sistem üretici güçleri geliştirebileceği yere kadar geliştirmeden yok olmaz der. Bu sözün yorumu, kuvvetli ve zayıf yanları üzerine onlarca yazı yazılabilir.

Ama bugün binlerce kilometre uzaktaki tarla ve fabrikaların birbirine bağlandığı dünyamızda dünyayı küreselleştirecek tek kuvvet işçi sınıfının gücüdür.

21. yüzyılda buna, sosyalist dünya sistemi denilecek.