Küba’da sosyalizm 60 yıldır ayaktayken neden Latin Amerika’da halkçı iktidarlar devriliyor?

Gerçekten nasıl oluyor da Küba’da sosyalizm 1959’dan bu yana bütün düşmanlıklara rağmen korunurken Latin Amerika’daki sol iktidarlar arka arkaya indiriliyor.

Bundan iki yıl kadar önce Küba’da erken dönemde devrimci sürece katılmış, sonra Küba’da sosyalist sağlık sisteminin kurulmasında Sağlık Bakanı olarak önemli bir rol oynamış, Küba Komünist Partisi Siyasi Büro üyesi Balaguer Cebrera ile görüşme şansımız olmuştu.

Koca çınar, bir delikanlı gibi dik ama sesine yansıyan yaşıyla tane tane konuşmuştu.

1950’lerde Fidel’in öncülüğünde Kübalı devrimcilerin burjuvaziden kurtulmak gibi bir niyetleri yoktu. Devrimci program, Küba’nın bağımsızlığını, insani olarak kalkınmasını ve sosyal adaleti içeriyordu. 

ABD’nin yarı-kolonisi olan ve diktatörlükle yönetilen Küba’da bu siyasi programın seçime girme şansı bulunmuyordu. Siyasi program devrimci mücadele ile iktidarı ele geçirdi.

Programlarına olan inançları çok sağlamdı ve kısa bir sürede bağımsızlık ve dolayısıyla diğer program öğeleri için ABD’nin bütün tekellerinden kurtulmaları gerektiğini kavradılar.

ABD’li şirketlerin mülkiyetinin kamulaştırılması ile Amerikan sermayesine göbekten bağlı burjuvazi ülkeyi terk etti. Kendisine bağlı çalışan bütün askerler, ajanlar, bürokratlar, bilim insanları, gazeteciler vb. doğru soluğu 90 mil ötedeki Miami’de aldılar. Bu kendi tercihleriydi. Bir süre sonra ABD’nin örgütlediği bir karşı-devrimle geri döneceklerini düşünüyorlardı.

Bu durum Küba’yı eşsiz bir devrim laboratuvarı haline getirdi. 

Burjuvazisi olmayan bir ülkede devlet, ordu, üniversite, basın, ne derseniz her şey yeniden kuruldu. Geride kalan emekçi halk devrimine sahip çıktı ve siyasi öncüsünün etrafında en küçük birimine kadar örgütlendi.

Bu nedenle Küba bütün karşı-devrimci hamleleri bugüne kadar püskürtebildi.

Oysa Latin Amerika’daki sol iktidarlara baktığımız zaman bu kritik formülün –burjuvazisiz bir ülke yaratma- tutturulamadığını görüyoruz: Şili’de Allende, Venezuela’da Chavez, Bolivya’da Morales…

Program belki aynı, bağımsızlık, sosyal adalet ve insani kalkınma…

Ama seçimle yönetime gelen sol iktidarlar, kendi burjuvazileriyle ve onların devlet kurumuyla baş başa kaldılar.

Bir yandan sosyal devlet için ulusal gelir daha adil dağıtıldı ama burjuvazi sömürmeye devam etti.

Bir yandan emekçi halkı örgütlediler ama burjuvazi de ülke içinde karşı-devrimi, emperyalizmle işbirliğini, faşizmi örgütlemeyi sürdürdü.

Sol iktidarlar kendi basınlarını kurdular, hemen yanında burjuva basın tekeli yalan saçmaya devam etti.

Venezuela belki daha şanslıydı, ordunun içinden gelen Chavez askerleri sürece örgütledi, ama diğerleri emperyalizmin uzantısı olan bir orduyla birlikte iktidarlarını korumaya çalıştılar.

Şimdi yolun sonuna geliniyor.

Sao Paulo Forumlarına sirayet eden liberal düşünceler sarsılıyor.

Latin Amerika emekçileri kendi acı deneyimleri ile burjuvazinin iflah olmaz habisliğini kavrıyorlar.

Bağımsızlık, sosyal adalet ve insani kalkınma için burjuvaziden kesinkes kurtulmanın zorunluluğu ortaya çıkıyor.

Önümüzdeki tarihsel dilim Latin Amerika’da siyasi öncüsüyle buluşan emekçilerin devrimlerine tanıklık edecek.

***

Katı gibi gözüken her şey buharlaşıyor.

Rusya’nın ABD’nin kokuşmuşluğu karşısında dünyada oynadığı adil ve makul gözüken role bakın örneğin.

Irkçı, gerici ve faşist olmaktan başka özelliği bulunmayan ve kendini hiçbir meşru zemine dayanmaksızın Evo Morales’in yerine Cumhurbaşkanı atayan kişiyi Rusya, üzerinden iki gün geçmeden tanıyıverdi.

Emperyalistler arasındaki pazarlıkları bilemeyiz hemen.

Ama Rus burjuvazisinin herkesten çok bir emekçi ayaklanmasından korktuğunu söyleyelim.

Eh, en iyi onlar bilir!

Dünya çivisi çıkmış bir tekne gibi çatırdıyor.