Kimi kime kırdıracaklar?

17. Uluslararası Komünist ve İşçi Partileri Toplantısı bu ay sonunda İstanbul’da yapılacak. Hemen çoğu Ekim Devrimi’nin ateşiyle kurulan veya kökeni buraya dayanan partilerin delegeleri dünyanın dört bir yanından İstanbul’a gelecek.

Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist cumhuriyetlerdeki karşı devrim sonrası uzun süren gericilik dönemi bazı partilerde devrim umudunun erozyonuna neden olsa da, bu partiler geçen yüzyılın müthiş çalkantısı içinde sayısız yoldaşlarının canı pahasına devrimlerini aradılar veya korumaya çalıştılar.

Geçen yüzyılda tarihi şekillendiren başlıca güçlerden biri olan bu partiler, Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden bu yana  emperyalist dünyanın olağanüstü  bir gerilim içinde olduğu bir döneme tanıklık ederek toplanıyorlar.

Rusya’nın Ortadoğu’ya müdahalesi ve NATO’nun karşı hamleleri ile bir süre önce Yeni-Osmanlıcılık oynayan Türkiye’nin nasıl kişiliksizleştiğine ve uçurumun kenarına itildiğine gün be gün şahit oluyoruz.

Ancak alttan alta ilerleyen ve nerede duracağı belli olmayan başka bir süreç tüm dünyada işçi sınıfını tehdit ediyor.

Yıllardır gizlice görüşmeleri sürdürülen Trans-Pasifik Ortaklığı’nın(TPP) 12 ülke arasında imzalandığı birkaç gün önce ilan edildi. Bunların içinde ABD, Kanada, Meksika, Avustralya, Japonya, Malezya ve Vietnam gibi ülkeler var.

Yine halktan kaçırılarak  görüşülen ve “ekonomik NATO” olarak adlandırılan Trans-Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) ise Trans-Pasifik’in bir benzerini ABD ve AB ülkeleri arasında kurmaya niyetleniyor.

Aslında bu anlaşmaların içeriğine çok yabancı değiliz, 1990’ların sonunda emperyalist entegrasyonun bir aşamasına karşı gelen” Tahkim”, “MAİ” gibi anlaşmalar hep benzer bir mantığa sahipti. Tekellerin, kapitalist şirketlerin tahakkümü karşısında ulusal egemenlik ve bağımsızlık, o ülkenin kendisine özgün sınıf mücadeleleriyle elde edilen sosyal devlet ve işçi hakları silinmeliydi.

Şimdi emperyalist entegrasyonda yeni bir aşamaya geliniyor ve özellikle ABD tekelleri karşısında ulusal yargı ve yasama boşa düşüyor, ticaret ve yatırım için anlaşmayı imzalayan ülkeler tekellerin çıkarı için bütünleşiyor.

Ancak 1990’larda emperyalist entegrasyon bir bloklaşma sorunu ile karşı karşıya değildi, Rusya’da kapitalistler çılgınca bir iç yağmaya girişmişler, Çin’de ise kapitalizm henüz yükselmekteydi.

Şimdi TPP ve TTIP sadece anlaşmayı imzalayan ülkelerin emekçi sınıflarına saldırmıyor, aynı zamanda Çin’i ve dahil olduğu bloğu ticaret ve yatırım dünyasından izole etmeyi amaçlıyor. Bir kuşatma ile Çin mallarının ticaretini yasaklamak, dünya ticaretini ve finansmanını tek elde toplamayı istiyor.

Bu amansız ve ölümcül rekabet bütün ülkeleri taraf olmaya zorluyor. Vietnam muhtemelen Çin ile arasındaki çelişkiler yüzünden TPP’ye dahil olurken, Hindistan ve Pakistan Şangay İşbirliği Örgütü’ne adım atıyorlar.

Dünya piyasalarının paylaşılmasındaki gerilim bütün ülkelerin sermaye sınıflarını karar vermeye zorluyor. Örneğin, TTIP’nin imzalanmamasında Alman sermayesinin tereddüt etmesinin rol oynadığı ve bir baskı aracı olarak Volkswagen krizinin patlatıldığı söyleniyor.

Silahlanmayla birlikte giden bu korkunç gerilimin başlangıcında işçi sınıfı siyaseti oldukça güçsüz gözüküyor. Ne yapılacak, bir şekilde Vietnam’ın yaptığı gibi taraf mı olunacak?

Şunu hatırlatmama müsaade edin. Geçen yüzyılda henüz kalabalık bir köylülük dünyada nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturuyordu ve cepheye sürülenler geniş köylü yığınları ile yedek işgücüydü. Şimdi ise toplumun neredeyse tamamı işçi sınıfından oluşuyor.

Kimi kime kırdıracaklar? Aslında yüzeydeki güçsüzlüğün içinde olağanüstü bir olanak dipten yükselmeyi ve öncüsünü bekliyor.

Bu koşullarda toplanacak olan Komünist ve İşçi Partilerini selamlıyorum.