Katran ve tüy

Geçen haftaki yazımda Kemal Derviş’e görüldüğü yerde “Katran ve Tüy” cezası verilmeli demiştim, sonradan fark ettim ki bunu, özellikle gençlerden bilen pek kalmamış.

Oysa çocukluğumuz, muhtemelen bilgisayar olmadığından, Red Kit okuyarak geçti. Bir kasabada kumar masasında profesyonel bir şekilde hile yaptığı anlaşılan kişinin elbiseleri soyulur, vücuduna katran sıvanır ve üstüne tavuk tüyü dökülürdü. Böylece irice bir tavuk görünümü kazanan hilebaz, omuzlara alınmış bir rayın üstünde kasaba sınırına kadar götürülüp bırakılırdı.

Geçen haftadan bu yana ne oldu? Derviş’in CHP’nin hükümet olması durumunda ekonomiden sorumlu bakan olabileceği yönündeki demeci basında yer aldı.

Henüz sonu katran ve tüy ile bitmemiş bu trajik hikayeye kısaca göz atalım.

Nazif Ekzen yıllar önce Derviş’in Dünya Bankası(DB) adına 24 Ocak Kararları’ndan da sorumlu olduğuna ilişkin belgeler sundu. Gerçekten Derviş’in imzasını taşıyan Türkiye’de yapısal uyuma ilişkin DB Raporu 1978’de yayınlanmış.

24 Ocak Kararları’nın Türkiye’nin emperyalist sistemle bütünleşmesi için çok önemli bir adım olduğu biliniyor. Batmadan sürünmesi sağlanacak ama bunun karşılığında ikinci sınıf bir sanayi ülkesi olmaya demir atacak ve sürekli olarak sömürülecek bir ülke modeliydi önerdikleri.

Bu model ülkenin egemenlik ve bağımsızlığının temeli olan iktisadi yapının sermayeye devrini de öngörüyordu. Bir savaş kaybetmediği halde, Türkiye’nin büyük bir savaş tazminatı ödeyerek sömürgeleşmesine yol açacak bir mülk devri ileri sürülüyordu.

Önce Özal uygulayıcısı oldu modelin, sonra 2001 krizinde modelin önericisi Derviş kurtarıcı olarak geldi. Zaten katran ve tüyü hak edişi bu noktada başladı. Çünkü öncesinde DB’nin, yani emperyalizmin bir teknokratıydı, oyun açık oynanıyordu. Önerdiklerini kabul etmezsin geçer gider. Ama kendi önerdiği teslim alma programını uygulamak üzere yurtsever bir kurtarıcı gibi gelmesi Türkiye’nin yakın tarihinde gördüğü en büyük hilelerden biriydi.

Kıstırılmış Türkiye’ye 15 günde 15 yasa önerdi. Bu yazı kapsamında bütün bu Yasalar ele alınamaz, ama bir bütünlüğü olan Yasalardan birkaç örneği hatırlatalım.

Tütün Yasası; öncesinde Türkiye kendi tütününü yetiştirir ve kendi fabrikalarında işlerdi. Yasadan sonra bitti, Türkiye yabancı tütünün pazarı oldu.

Şeker Yasası; öncesinde Türkiye kendi pancarını yetiştirir, kendi fabrikalarında işlerdi. Bitti, uluslararası sermayenin yönettiği bir piyasayız artık.

Telekom Yasası; öncesinde stratejik özelliği olan haberleşme ağı devletin elindeydi, şimdi kimin elinde bilen yok.

Uzatmayalım, böyle bir alçaklık tarihte ne görüldü ne yazıldı.

Murat Yetkin geçen gün Radikal’deki köşesinde konuya bir şekilde değinmiş.

Yazısında kısaca, uluslararası sermayenin temsilcilerinin görüşlerini aktarıyor, bu kesimlerin aslında bir AKP iktidarından rahatsız olmadıklarını ama güçlü bir Erdoğan istemediklerini, seçimde oy verecek olsalar (bir bu eksikti) HDP’ye oy vereceklerini söylüyor.

Yazının bir yerine şunu sıkıştırmış; uluslararası sermaye 2002’de AKP’ye güvendi, çünkü AKP Derviş’in modeline sadık kalacaklarına onları ikna etmişti.

Gerçekten mülk devri ve görülmemiş bir hırsızlık AKP döneminde gerçekleştirildi ve ne var ne yoksa satıldı. Zaten Derviş bu güven nedeniyle, daha uzun bir rol oynamaktan vazgeçip sıvışmıştı ortalıktan.

Devamlılığa bakın, burjuva partilerinin programlarının aynılaşmasına ve aldıkları hizaya bakın.

Uzunca bir ray gerekli olacak sınıra kadar bu hilebazları taşımak için.

Hilebazların halkla ilişkilerini yürüten liberal yazarlara da rayın üstünde yer bırakmalıyız, ama isterseniz yazar oldukları belli olsun diye katran ve küçük parçalara ayrılmış gazete kağıdı kullanalım!

Neyse, bu yazı tabi ki bir ceza hukuku yazısı değil, uğradığımız ihanetin boyutunu anlamaya çalışıyoruz.

Zaten cezasında da değiliz, bir kurtulsak şunlardan, ama bir kurtulsak, daha ne isteriz?