İşçi sınıfı açısından İngiltere’nin AB’den çıkması

soL okurlarını Dortmund’dan selamlıyorum, birkaç gün için Alman Komünist Partisi’nin basın festivaline katılmak için geldim ve Sol Haber Portalı’na yollayacağım festivalle ilgili haberleri izleyebilirsiniz.

Ancak şimdi Brexit ile devam etmek istiyorum. Dün Kemal Okuyan soL’daki köşesinde konuyla ilgili oldukça akıl açıcı girdiler yaptı ancak bu olay daha çok su kaldırır.

İşçi sınıfının çıkarları ve aklı açısından bir kez olaya bakmayı deneyelim.

Bir kere açık olan, İngiltere’nin AB’den çıkmasını karar altına alan referandum İngiltere’deki işçi sınıfı partilerinin (tabi ki İşçi Partisi’ni bunların içinde saymıyoruz) desteğine rağmen onların ürünü değil, burjuva partilerinin aldığı bir sonuçtu. Şu anda İngiltere’de milyonlarca işçinin oyunu etkileyecek, sınıfın gözünü diktiği bir işçi sınıfı partisi yok ne yazık ki.

Ancak işçi sınıfının üyeleri sağ popülist propagandadan etkilenirken genel olarak düzenden ve dolayısıyla AB’den rahatsızlıklarını yansıttılar. Brexit bir yerde işçi sınıfının eksik bilinçle müdahil olduğu bir süreç oldu.

Peki, elde edilen sonuç işçi sınıfının işine yarayacak mı? Eğer bunu ücretlerin artması, emek rejiminin düzelmesi, kaliteli iş ve güvence şeklinde okursak durumun iyileşeceğini hatta kötüleşmeyeceğini kimse garanti edemez. Çünkü AB’den çıkma kararı alındı, kapitalizmden değil.

Buna rağmen alınan karar işçi sınıfı açısından tarihsel bir kazanıma dönüşebilir. Bunun nedeni kısa vadeli ekonomik kazanımlar değil, siyasi kazanım olasılığı. Emperyalist sistemin kargaşaya sürüklenmesi, krizinin derinleşmesi, güçten düşmesi işçi sınıfına iktidarı almak için olanaklar sunacaktır. Krizi işçi sınıfının kendi siyasi gücüne dayanarak yaratması gerekmez, örneğin emperyalist savaşlar gibi. Ama bunların yarattığı olanakları devrimci bir iradeyle öncüsü aracılığıyla değerlendirmek sınıfın görevidir.

Konuyu daha kuramsal bir yana çekeceğim.

Dünya sol basınında Brexit sevinçle karşılanırken İngiltere’nin bağımsızlığına vurgu yapıldı. Bunu biraz düşünmekte yarar var. Önemli olan bir ülkenin emperyalist devletlerden ve kendi burjuvazisinden bağımsızlaşmasıdır, diğer ülkelerden değil. Üretici güçlerin geldiği aşamada sosyalist devrimini yaparak bağımsızlıklarını söylediğim anlamda elde eden ülkeler hızla sosyalist entegrasyonu sağlamak için kolları sıvayacaklardır.

Sosyalist entegrasyon halkların kardeşliği ve ülkelerin eşitliği temelinde kolektif bir merkezi planlama yaratmak anlamına gelir. Bunun AB’den farkı emperyalist hiyerarşiye dayanmaması ve tekellerin mide bulandırıcı çıkarları yerine tüm emekçilerin çıkarlarını gözetmesi olacaktır.

Entegrasyon üretici güçlerin getirdiği ve geriye dönüşü olmayan bir nesnelliktir.

Son olarak neden emperyalist karar mekanizmalarına etki eden bir burjuva siyasi kliği Brexit’i savundu. Bunun için Kemal Okuyan’ın yazdıklarına tekrar göz atılabilir. Herhalde bu yabancı düşmanlığı nedeniyle değildi, bu başlık sonuç almak için yaratılmış bir sağ popülizmin ürünüydü.

Dünya bir alt üst oluş döneminin arifesinde beklenmedik büyük çalkantılar yaşıyor, yaşayacak. Tüm emperyalist ittifak sistemlerinde kartlar yeniden karılıyor. Nihai hesaplaşmadan önce kaygan zeminde ülkeler oradan oraya savruluyor. Brexit bir şekilde buraya yerleşiyor.

Türkiye’de basına yansımadığını tahmin ettiğim ve dün Almanca bir gazeteden okuduğum, bir köşeye sıkışmış önemsiz gözüken bir haberi aktarayım.

Bir proje kapsamında, Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne saldırmasının yıl dönümünde Alman öğrenciler Rusya’yı ziyaret ediyorlar. Putin onları ağırlıyor, sorularına yanıt veriyor ve bir soru üzerine “Eğer Rusya ve Almanya birlikte çalışırsa halklarımız çok daha refah içinde olacak” diyor.

İşe bakın emperyalist sistem içinde Almanya Rusya’yı sisteme entegre etmekle görevlendirilmişti, şimdi sanki tersi oluyor.