İnsan ne zaman ülkesinden gurur duyar?

İnsanlar doğup yaşadıkları ülkeye bağlanırlar, dünyada insanlığın ilerleyişine bu topraklardan da katkı sunulsun isterler.

Yurtseverler tarihimizde ülkeleriyle gurur duyabilecekleri şeyler bulabilir. Örneğin, Osmanlı hanedanlığına ve emperyalizmle işbirlikçiliğine karşı mücadele. 1923 Devrimi ve Sovyetler Birliği ile dayanışma.

İnsanlığın eşitliği ve özgürlüğü için emekçi sınıfların bu topraklarda verdiği mücadele ve gösterdiği direnç.

Bu mücadele esnasında ortaya çıkan sanatçılar, Nâzımlar, Azizler, Yılmaz Güneyler…

Bu toprakların ortaya çıkardığı birçok kadın yazarın olması…

Ama yakın tarih içinde, özellikle Türkiye’nin izlediği dış politika bırakın gurur vermeyi, bir utanca dönüşmüş durumda.

Torunlarımız 10-20 yıl sonra, “Dedeciğim, nineciğim, neden Türkiye bu yıllarda böyle davrandı, buna neden engel olmadınız?” dedikleri zaman, bakacak yer arayacağız.

Türkiye 2011’de ABD emperyalizminin başını çektiği Suriye komplosuna balıklama atladı. 

Suriye’de tabii ki bir emekçi muhalefeti olabilirdi, hiç kimse Suriye’deki egemen sınıfın varlığına bayılmıyor. O yıllarda giderek Suriye devleti liberal bir politika izlemeye başlamıştı.

Ama anlaşıldı ki, gerçek bir muhalefet yok, ABD’nin beslediği ve kullanışlı aptallar olarak devreye soktuğu cihatçı çeteler var ortada.

Türkiye dünyadan, cihatçıların toplanıp illegal olarak Suriye’ye geçirilmesinde, lojistik olarak desteklenmelerinde, Ortadoğu’nun diğer gerici rejimleriyle birlikte büyük bir rol oynadı.

Ancak Türkiye dış politikası burjuvazinin sermaye ihracına göre yeniden belirlenmeye başlanmıştı ve Türkiye sermayesi kendi için bariz bir yayılmacı politika izlemeye koyuldu.

ABD’nin hegemonyasının Rusya ve Çin tarafından dengelenmesiyle oynayabileceği bir alan buldu veya öyle sandı.

Türkiye bir yandan Suriye’de kendi hegemonya bölgelerini oluşturmaya çalışıyor, bir yandan buradaki cihatçıları paralı askeri haline getirip Libya’daki paylaşım savaşına kendi adına sürüyor.

Türkiye; bir yandan Rusya ile stratejik ortakmış gibi davranıyor, Türkiye Rus doğalgazına bağımlı hale geliyor, öte yandan Suriye ve Libya’da karşı tarafa yığınak yapıyor.

Türkiye’de Cumhuriyet tarihinde bir kez Meclis bombalandı, bunu da NATO uçaklarıyla NATO’ya bağlı Türkiye ordusundan subaylar yaptı, bununla ilişkili olarak Türkiye NATO dışı savunma araçlarına yöneliyor, Rus S-400 hava savunma sisteminden vazgeçemiyor.

Ama bir yandan Rusya’nın reel düşmanı olarak davranan Ukrayna’nın silah temin edicisi haline geliyor.

Kırım’da her an kışkırtıcı rolüne dönmek için an kolluyor.

Şimdi İdlib’deki duruma bakabiliriz. 2018’deki Soçi mutabakatının geçici bir durum olduğunu, anlık bir emperyalist barışı temsil ettiğini daha önce yazmıştık.

Aşağıdaki haritadan güncel durum izlenebilir:

Haritada, Soçi Anlaşması’na göre Türkiye’nin kurduğu gözlem noktaları görülüyor. Türkiye Soçi anlaşmasıyla, bu gözlem noktaları kurulurken, cihatçıları İdlib’den çıkartacağına, Halep’i Lazkiye ve Şam’a bağlayan kritik otoyolları temizleyeceğine, bu bölgeden Suriye tarafına saldırılara izin vermeyeceğine söz vermişti.

Bunların hiçbiri olmadı. İdlib’e bir ur gibi yerleşmiş ve ABD emperyalizmi tarafından yönetilmeye devam eden cihatçı çeteler Suriye’nin bütünlüğüne büyük bir zarar veriyorlar.

Suriye ordusu geçen yazdan beri güneyden kuzeye doğru ilerledi. Türkiye’nin kurduğu üç gözlem noktası Suriye ordusunun kurtardığı bölgeler içinde kaldı. Son olarak Serakib’in ele geçirilmesiyle birlikte büyük bir stratejik üstünlük sağladı.

Şimdi Türkiye, eğer Suriye ordusu eski sınırlara şubat sonuna kadar çekilmezse saldıracağını açıklıyor.

Bu nedir? Fetihçilik mi? 

İşbirlikçilik mi?

ABD bir yandan haksız ve adice bir ambargo uyguluyor Suriye’ye karşı, bir yandan İdlib’de yeni bir komplo üretmeye çalışıyor.

Görüldüğü gibi bu dış politika sadece utanç verici değil, çıkışsız da.

Ve hep söylüyoruz, Türkiye’nin mert ve dürüst bir dış politikaya sahip olması ve bizlere gurur vermesi için de sosyalizme ihtiyaç var.