'İnanç Özgürlüğü ve Demokrasi' neyi kodluyor?

AKP her gün başka bir sarsıntıyla karşılaşa dursun restorasyon Türkiye’sinin nasıl bir görüntü sunacağına dair fikir veren üç güncel olayı paylaşmak istiyorum.

Bunlardan ilki, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi ile Helsinki Komitesi İnanç Özgürlüğü Merkezi’nin birlikte Ankara’da düzenlediği “Eğitimde İnanç Özgürlüğü” toplantısı. 27 Martta SBF Dekanının da konuşmacı olduğu toplantıda, Ateizm Derneği’nden MazlumDer’e kadar farklı örgütlerden konuşmacılar panelist olarak etkinlikte yer alıyor.

35 yıldır laikliğe yapılan saldırıların karşısına “İnanç Özgürlüğü” diye çıkınca din devletinden ve şeriattan yana olduğunu saklamayan MazlumDer de panelde vaat edilen “özgürlükten” nasibini almış gözüküyor.

İkincisi, geçen sene Öcalan’ın mektubunun okunduğu bir toplantıyla kurulan Demokratik İslam Kongresi’nin 21 ilde gerçekleştireceği Kutlu Doğum Haftası ekinliklerinin ilan edilmesi oldu. Yapılan açıklamada “… Newroz kutlamalarında ilgili alanları dolduran halkımızın bu alanları Kutlu Doğum Haftası için de aynı heyecanla dolduracağından kimsenin şüphesi yoktur” dendi.

Üçüncüsü ise, nasıl adresime ulaşmışlar bilmiyorum, SESA (Sosyal Ekonomik ve Siyasal Araştırmalar Enstitüsü) tarafından yollanan ve HDP Eşbaşkan yardımcısı Ayhan Bilgen’in seçimler ve “yeni Türkiye algısı” üzerine yapacağı semineri haber veren mesaj oldu.

İlk kez duyduğum Enstitü 2014 yılında kurulmuş ve kendini “… Türkiye’nin dünyalı düşünce kuruluşu” olarak tanıtıyor. Asıl ele aldığı temaların din, demokrasi ve kimlikler olduğu anlaşılıyor. Ne yapmaya çalıştıklarını anlamak için İlahiyat kökenli genel koordinatörü Prof. Dr. Bilal Sambur’un Yozgat’ta katıldığı “ Genç İlahiyat” programındaki “Din ve Demokrasi” konuşmasına bakmak yeterli.

Her tarafından müphem bir demokrasi güzellemesi, kimlik siyaseti, yerelcilik ve dinin bunlarla bütünleştirilmesi akıyor. İşbirliği yaptığı kuruluşların ismini  vermese de çok yeni olması ve yönlendirmeye çalıştığı konular kökeni hakkında fikir veriyor.

Türkiye kapitalizminin restorasyonunda muhalefetin bugün bayrak edindiği “inanç özgürlüğü ve demokrasi” kavramları, dinin radikal olmayan formlarının yedeklendiği ve kapitalizmin bütün acımasızlığı ile sürdüğü, buna karşılık burjuva demokrasisinin işçi sınıfını kandırma katsayısının yüksek tutulabildiği bir döneme işaret ediyor.

Oysa, bu düzende “inanç özgürlüğü” diye bir şey yok, burjuva siyasetinin aracı olarak kullanılmak var sadece. Emperyalizmin ve sermaye sınıfının iktisadi ve siyasi gücü kırılmadığı sürece hiç kimse bir vicdan özgürlüğünden bahsedemez.

Bu koşullarda seçime giriyoruz. Nazlı Ilıcak’tan Cengiz Çandar’a büyük bir koalisyon yeni bir meclis aritmetiğini zorluyor, Erdoğan’sız ama din ve kimlik siyasetinin yardıma çağrıldığı bir “demokrasi”…

Oysa kapitalizm bir radyoaktif madde gibi sürekli bozuluyor, bugün on dört yıl önce AKP’yi yaratan koşullardan daha da kötü durumda. Daha da pisleşmiş, canileşmiş, kötürümleşmiş.

Ve “demokrasi” dedikleri bu bozulmayı kodluyor.

Kötü bir rüya gibi. Bir kabus.

Bu koşullarda Komünist Parti seçimlere gireceğini ilan etti.

Bir kâbustan bağırarak uyandığımızda anneniz gelir ya başınıza, saçınızı okşar, korkma buradayım der, onun gibi.