Hangi bilgi üretimi, hangi yaşam anlamlı?

Bu ara bilim gündeme çok girdi. Aziz Sancar kimya dalında Nobel ödülü aldı, önceleri bilim ödülü alanların adlarını bile hatırlamazdık, bu defa doğduğu yeri, hayat hikayesini iyice kurcaladık.

Bu arada bazı bilim insanlarının ise başı belaya girdi. CIA’ya işkence yöntemleri öneren psikologlar yargılanma tehdidi altındalar. Kimlerdir bilmiyoruz ama suyla boğulma duygusu yaratan işkence gibi yöntemleri onlar önermişler.

Volkswagen’in mühendisleri de sanırım kendilerini çok iyi hissetmiyorlardır, hani şu emisyon testine arabanın girdiğini algılayıp gazı kısan, testten çıkınca salıveren programın mucitleri.

Uzun süredir bilimin piyasanın kontrolünde olduğunu biliyoruz. Mühendisler araçlar dayanıklı olsun diye değil, nasıl kısa sürede eskiyip atılır diye araştırma yapıyorlar. Tıp kongreleri yıllardır ilaç firmalarının finansmanıyla yapıldı, ilaç araştırmaları doğrudan şirketler tarafından kontrol edildi. İkinci Dünya Savaşından sonra ABD askeri kompleksi hemen bütün bilim dallarını kontrolü altına aldı.

Aziz Sancar gençlere bilimle uğraşmalarını ve çok çalışmalarını tavsiye etmiş. Kendisi muhakkak kendini bu alana adayarak çalışmış değerli bir bilim insanı. 

Ama gençlere önerebileceğimiz en anlamlı yaşam bu mu acaba?

Siyaset ve bilim tabi ki ayrı alanlar ve farklı kuralları var. Buna karşılık siyaset de bilgi üreten bir süreçtir. Siyasette de sorular sorarsınız, varsayımlarınız vardır ve onları gerçeklemeye çalışırsınız. 

Siz şu yazıyı okuyana kadar kaç çocuğun açlıktan öldüğünü, bu yılın başından beri kaç kadının fuhşa sürüklendiğini, kaç kişinin önlenebilir hastalık ve kazalardan öldüğünü, kaç kişinin işsiz olduğu ve kaç kişinin kendisine hiçbir şey katmayan anlamsız işlerde çalıştığı söylemeyeceğim, eğer bu yazıyı tıkladıysanız ve bu satıra kadar geldiyseniz zaten bu konuda az çok istatistikleri biliyorsunuzdur.

Ama sadece bu yıl 3 binden fazla göçmenin Akdeniz’de boğulduğunu ve İtalya’ya varan göçmenlerin içinde 10 bin çocuğun kimsesiz olarak bu çaresiz kaçışa katıldığını hatırlatayım.

İnsanlığın bir kurtuluş sorunu var.

Bu sorunu önünüze koyup koymamaya karar vermeniz gerekiyor. Koyuyorsanız ilk varsayımınız şu olacaktır: 

İnsanlığı bu durumda tutan ve felakete sürükleyen asalak bir sınıf iktidardan indirilirse ve bu zenginliği üreten emekçi sınıflar dünyayı yönetirse bu kurtuluş gerçekleşir.

Varsayımı sınamaya kalkmadan önce elimizdeki bilgilere bakalım. Sosyalist deneyimlerde elbette sorunlar oldu, ama insani gelişme indeksinin eşitlik içinde istisnasız çok hızlı yükseldiğini biliyoruz.

Artık varsayımınızı sınamalısınız. Ama artık deney tüpünün dışında değil, içinde olduğunuzu unutmayın. 

Şimdi uygun sınama materyaline kavuşmanız gerekecek. Aynı kurtuluşu arzu eden çok sayıda insanla güçlerinizi ve akıllarınızı birleştirmelisiniz. 

İş yerinizden mahallenize, yaşadığınız kentten ülkenize bilgi üretebileceğiniz bir sürü pratik bulacaksınız. 

Bu asalak sınıfın ve işbirlikçilerinin akıllarını esir aldığı insanları nasıl özgürleştirir, nasıl mücadeleye katarsınız?

Bu yolda ne Nobel’i ne başka ödülü alamayacağınız kesin. 

Ama başka bir ödülü var sürecin. 

Yaşamın anlamını kazanmak.

Bu çürümüşlüğün içinde iyi insanlarla hesapsız bir ilişki kurmak.

Binlerce beynin tek bir organ gibi çalışmasıyla akıllı hale gelmek.

Ha bu arada Erdoğan kendisine Barış Nobel’i verilmediği için sitemkâr olmuş.

İnsanlığı bir an önce bize dayatılan bu akılsızlıktan kurtarmak için acele edelim.