Genç bilim emekçileri kime oy verecek?

Geçen gün ABD’de 1,5 milyon siyah erkeğin erken ölüm veya hapishanede olduğu için kayıp olduğuna dair bir haber yayınlandı.

Adaletsizlik ve toplumsal eşitsizlik ancak bu kadar acı bir şekilde insanın yüzüne çarpar.

Ya Türkiye’de… Geleceğe ilişkin bir güveni olmayan, toplumsal rollerin dışına itilmiş ve yaşamının anlamını bulamayan milyonlarca kayıp gence ne demeli?

Oysa bütün gençler ülkenin tarihi içinde anlamlı bir rol isterler ve bunu hak ederler.

Bu kayıp kesimin içinde genç bilim emekçilerinin durumuna, içine girdiğimiz ve herkesin bir vaatte bulunduğu seçim ortamında değinmekte yarar var.

Üniversite Konseyleri Derneği tarafından yayınlanan “Genç Bilim Emekçilerine Çağrı” broşüründe konuya ilişkin önemli saptamalar bulunuyor. Her şeyden önce broşürden Türkiye’de yüksek lisans veya doktora yapan yaklaşık 400 bin kişiden ancak %10 kadarının bilim emekçisi olarak istihdam edildiği anlaşılıyor.

Bilim ürettiği için ücret alan bu %10’un ise büyük kısmının kalıcı ve güvenilir bir kadrosu bulunmuyor. Aldıkları ücret ancak kentlerin anarşisi içinde onları daha da kayıp hale getiriyor.

Ancak sorun sanıldığından çok daha büyük.

Eğer bu ülkeden yapılan uluslararası binlerce mikrobiyoloji yayınına rağmen bu ülke kendi  aşısını, binlerce farmakoloji yayınına rağmen kendi ilacını üretemiyorsa, binlerce pedagoji yayınına karşı eğitim her geçen gün daha da geriye gidiyorsa, binlerce ziraat yayınına rağmen kendi tohumunu üretemez hale geliyorsa, binlerce mühendislik yayınına karşı ülke ikinci sınıf bir sanayi ülkesi ve gelişkin teknolojinin pazarı olarak bulunduğu yere çakılıyorsa, o zaman bilimsel emekte büyük bir anlam sorunu birikmiş demektir.

Bu ülkenin kendi kaynakları ile yetiştirdiği bilim emekçileri; uluslararası bilgi ve teknoloji tekellerinin ucuz emek gücü olarak sürece katılıyorlar, ürünlerine hemen hiçbir zaman hakim olamıyorlar, üretim sürecinin bütününü hiçbir zaman göremiyorlar.

Dünyanın her yerinden bilim emekçilerinin canlı sermaye olarak sermaye döngüsüne katılması, ürünlerin mülkiyeti ve pazara sunulması sürecinin tamamının toplumsal refah ve kalkınma ile bağının kopmuş olması ve sadece asalak bir sınıfın çıkarlarına hizmet ediyor oluşu, gençlerin adını koyamadıkları boğuntunun arka planını döşüyor.

Şimdi bu koşullarda seçimlerde parlamentoya girme olasılığı olan dört partinin programlarına bakalım. Programlar yüzeysel renklerin dışında özde farklı değil.

Bu kayıp gençler kendilerini 200 TL harçlıkla mı bulacaklar, yoksa vaat edilen yüksek! asgari ücretten mi yararlanacaklar?

Programların hiçbiri kamulaştırmadan bahsetmiyor, bilim/teknoloji politikasının temelini oluşturan merkezi planlamaya değinmiyor, emperyalizme bağımlılığın kırılmasını gündem etmiyor.

Oysa genç bilim emekçileri, genel olarak gençler, hayatlarının anlamını ve kendi toplumsal rollerini arıyorlar.

Bu rol düzenin içinde saklı değil, başka bir ufuk gerektiriyor.

Hayatımızın anlamını yok eden düzenin yeniden üretilmesine oy yok!