“Faşisti bul” oyunu!

Oyunun kuralları şöyle: Yarışmacıların karşısında beş altı aktör rol yapar ve her biri diğerinin ne kadar faşist olduğunu kanıtlamaya çalışır. Esas faşisti bulan oyuncu oyunu kazanır.

Son bir iki hafta içinde soluksuz bir şekilde bu oyunun yarışmacıları olduk ve esas faşisti bulmaya çalıştık.

Erdoğan Almanya ve Hollanda’da miting yapmasına izin verilmeyince, bu ülkelerin hükümetlerini “Nazi artığı” olmakla suçladı. Onlar bunu diplomatik bir soğukkanlılıkla reddettiler ancak onlara yakın gazetecilerin Erdoğan için söylemedikleri kalmadı. Örneğin, Spiegel’in bir yazarı “Ankara’nın küfürbaz despotu” diye yazdı.

Öte yandan, Almanya, Hollanda ve Fransa’da hükümetler, -çok nazik oldukları için faşist diyemiyorlar- “aşırı sağın” yükselmesinden çok tedirginlerdi ve Wilders’in bekledikleri kadar fazla oy almamasına hep birlikte sevindiler.

Erdoğan ve bakanları ise, Avrupa merkez siyasetinin ve “aşırı sağının” faşistlikte bir farkı olmadığını defalarca geçen hafta tekrarladı.

Gerçekten “oyuncunun” işi zor, bu kadar aktör arasında nasıl faşisti ayırt edeceksin!

Yaşananları haklı olarak konjonktürle ilişkilendiren bir çok yazı yazıldı. Hollanda’da genel seçime, Türkiye’de referanduma malzeme yapıldığı söylendi. Ayrıca bu ülkelerdeki hacimli Türkiyeli nüfusun Türkiye’den yönetilmesinden özellikle Almanya’nın kaygı duyduğu belirtildi.

Bunlara rağmen faşisti bulmak için yaşananları büyük resmin içine yerleştirmeyi deneyelim.

AB’nin, merkezinde Almanya’nın durduğu bir tekelci sermaye egemenliği olarak inşası ancak soğuk savaş döneminde ve ölesiye bir Sovyet düşmanlığında gerçekleşti. Bu özellik zaten ona son derece gerici ve işçi sınıfı düşmanı bir karakter kazandırmıştı. Bütün “demokrasi” makyajlarına rağmen yeri geldiğinde “faşist” bir siyasetin oynayacağı rolü mükemmel bir şekilde yerine getirdiler. Türkiye’de 12 Eylül faşizminin arkasında durmalarını mı sayalım, yoksa Yugoslavya halklarını birbirine kırdırtmalarını mı?

Ama en yakın ve bugünü anlamak için yararlı olanı Ukrayna müdahalesi. Kelimenin tam anlamıyla faşist çetelerin kullanıldığı, olayı kışkırtmak için kiralık keskin nişancıların her iki taraftan insanları öldürdüğü, yeni faşist rejimin finanse edildiği ve AB’ye bağlanmak istediği durum bugün kibarlıktan “faşist” demeye imtina eden Avrupa merkez siyasilerinin işiydi. Bunun üzerine Kırım’ı ilhak eden Rusya’ya ambargo koyanlar da onlardı.

Şimdi duruma bakın: Avrupa’nın “aşırı sağcıları” Rusya ambargosuna karşı. İngiltere’nin beş yıl sonra ilk kez bir dış ilişkiler bakanı –Breksit şampiyonu Johnson- Rusya’yı ziyaret edecek ve bir normalleşme arayışı içinde olduğunu söylüyor. Trump’ın ekibinden de sızanlar bir Ukrayna normalleşmesi ve Rusya’ya ambargonun kaldırıldığı koşullar için çaba sarf edildiğini gösteriyor.

Hollanda krizi esnasında AKP’ye tek sahip çıkan ülke de İngiltere oldu ve Johnson AKP’li bakanları kahvaltıya davet etti.

Türkiye’nin Rusya ile görüşmesine ve ikili ilişkiler geliştirmesine bir de bu gözle bakalım. Sonuçta bir NATO ülkesi ile askeri işbirliği Rusya’nın Çin’den uzaklaştırılması için bir anlam ifade ediyor. Biz olayın hep diğer tarafına bakıyor ve batı emperyalizminden uzaklaşan bir Türkiye görüyoruz.

Ve Türkiye’de batı emperyalizminin siyasi restorasyon için kullandığını tahmin ettiğimiz bombalar bir süredir sustu. Buna karşılık Almanya’da baltalı manyakların tren garlarında insanlara saldırdığı haberleri kesilmedi.

Bir yandan ABD’nin Çin kuşatması bütün hızıyla sürüyor. Dün Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne savaş ilan etmenin eşiğine geldiler.

Görüldüğü gibi bu tabloda esas “faşisti” bulmak çok zor. Bu yazı kuramsal bir yazı değil ve faşizm kavramını tabi ki tartışmaya açmıyor. Ancak “faşist” kavramının pek bir şey ifade etmediği bir dönem girdik.

Emperyalizm tarihinin en büyük bunalımında ve çöküşünü umutsuzca geciktirmeye çalışıyor. Böyle bir dönemin siyasilerine baktığımızda şunu görüyoruz; hepsinin emekçi halklara karşı işlenen suçlarda kabarık bir sicilleri var. Hepsi panik içinde marjinalleşebiliyor ve az veya çok deliyi oynayabiliyor.

Sona doğru gidildiğini hepsi biliyor ve son stratejiler devreye sokuluyor, bu stratejiler etrafında emperyalist güçler arasında çatışma yaşanıyor.

Bizse kurtuluşun yaklaştığını görüyor ve dişlerimizi sıkıyoruz.