Emperyalist olmanın kriterleri nedir?

Geçen hafta sonu Yunanistan Komünist Partisi(YKP)’nden iki merkez komite üyesi, Makis Papadopoulos ve Elisseos Vagenas, İstanbul’a emperyalizm üzerine seminer vermeye gelmişlerdi.

Seminer sonrasında YKP ve Komünist Parti(KP) arasındaki gelişkin enternasyonal işbirliği ve dayanışmanın zeminini bir kez daha fark ettik. Her iki parti de kendi ülkelerindeki sermaye sınıfı ve onun siyasi aktörleri ile hiçbir şekilde uzlaşmamayı ilke haline getirirken sosyalist devrimi güncel bir mesele olarak görüyor.

Öte yandan hangi ülkelerin emperyalist olarak tanımlanacağı hala tartışılmaya devam edeceğe benziyor.

Bugün Küba ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni saymazsak emperyalist zincirin dışında kaldığını söyleyebileceğimiz bir ülke bulunmuyor. Kapitalist ülkeler arasında iktisadi ve siyasi bağlar, ittifak ilişkileri, şirket evlilikleri ve borçlanmalar bütün dünyayı birbirine bağlamış durumda.

En güçlü emperyalist devletler, onların altında bölgesel güçler ve daha küçük çaplı emperyalist amaçlar güden devletler, bağımlı ülkeler, katıksız ezilen ülkeler emperyalist rekabetin içinde harmanlanıyor.

Zincirin içinde yer alan her ülkenin emperyalist bir devleti olduğunu söylemek mümkün değil.

Şöyle bir deneme yapalım, ABD emperyalizmine bağlı ve AB’nin emperyalist devletleriyle farklı düzeylerde yoğun ilişkileri olan Yunanistan ve Türkiye’yi emperyalist olma kriterleri açısından karşılaştıralım.

Kapitalizmin tekelci aşamaya geçip geçmediğini ve askeri harcamaların yüksek olup olmadığını başlangıçta kriter olarak alalım.

19. yüzyılda kapitalist ilişkilerin yükselmeye başladığı her iki ülkede de sermayenin belli bir merkezileşmeye ulaştığını ve banka sermayesiyle bütünleştiğini görüyoruz, tıpkı bir çok kapitalist ülke gibi.

Askeri harcamalara bakınca her iki ülkenin de askeri harcamalarının bir çok ülkeye göre yüksek olduğunu fark ediyoruz. Türkiye’yi biliyoruz zaten ama Yunanistan’ı askeri harcamaları bir sürpriz sunuyor.

Yunanistan Avrupa’nın en çok silah ithal eden ve ulusal gelirine göre en yüksek oranda askeri harcama yapan ülkesi durumunda. Krizden bile tahmin edildiği kadar etkilenmemiş.

Eğer elimizde bu iki kriter varsa her iki ülkenin devletini de ABD ve AB emperyalizminin altında daha küçük birer emperyalist olarak kabul etmemiz gerekecek.

Şimdi verilere daha yakından bakıp ek kriterler getirmeye çalışalım.

Öncelikle Yunanistan’ın başta Almanya ve Fransa’nın başlıca silah pazarı olduğunu anlamalıyız. Bu ülkelere borçlanarak durmadan onlardan silah alıyor ve borçlarını ödemek için sağlık harcamalarını ve emekli maaşlarını kıssa bile silah harcamalarından vazgeçmiyor. Açıkçası bu durum, Yunan burjuvazisinin başka bir ülkeye saldırmak, kendine ait bölgeler yaratmak amacıyla hareket etmediğini ama diğer emperyalist ülkelerle açık bir bağımlılık ilişkisi geliştirdiğini gösteriyor.

Oysa Türkiye yabancı sermaye yatırımlarıyla birlikte uğursuz bir silah üreticisi ve ihracatçısı durumuna gelmiş durumda.

Ülkeleri karşılaştırmak için bir diğer kriter olan GSYİH’ya bakalım. Sonuçta bir devletin emperyalist olması için tekellerinin hacimli bir mal ve hizmet üretmesi, sonunda sermaye ihraç eder hale gelmesi ve diğer ülkeleri pazar, hammadde ve ucuz emek gücü kaynağı olarak görmesi gerekiyor.

Türkiye bu kriter açısından dünyada 17. sırada ve GSYİH’si 1.589.000 (milyon) int$ iken Yunanistan 50’li sıralarda ve 288.000 (milyon) int$ civarında bir GSYİH’ye sahip. Sermaye ihracı açısından bakıldığında da Türkiye burjuvazisinin yurt dışına büyük miktarda yatırım yaptığı anlaşılıyor.

Türkiye’ye son yıllarda kaynağı belirsiz büyük hacimli para girişleri görüldü ve birçok kesim bunu Arap sermayesinin AKP’ye desteği olarak değerlendirdi. Açıkçası kaynağın, Türkiye burjuvazisinin diğer ülkelerin işçilerini sömürerek elde ettiği artı değerin vergiden kaçırılmak üzere ülkeye sokulması olma ihtimali var.

Türkiye burjuvazisinin bir yandan ABD emperyalizminin çirkin bir yardakçısı olmasını ama diğer yandan Afrika’da, Balkanlarda ve Ortadoğu’da kendi yayılmacı politikalarının peşine düşmesini son yıllardaki siyasi gelişmelerden anlıyoruz.

Neresinden baksanız Yunanistan’dan emperyalist bir devlet çıkmıyor, ama Türkiye’nin ABD’nin altında küçük bir emperyalist gibi davranmasının bazı nesnel temelleri var.

Aslında AKP’nin gudubet siyasetinin Türkiye burjuvazisinin aynaya yansımış kirli yüzü olduğunu anlıyoruz.

Ve Türkiye’de işçi sınıfı siyaseti sadece kendi halkını değil dünya halklarını da bu beladan kurtarmak zorunda.