Düzen insanı gözden çıkarıyor

Bundan 30 yıl önce henüz kafayı tamamen yememiştik. Aklımız bin parçaya bölünmemişti. Geneli açıklayan kavramlarımız henüz yıldız yapılıp gök yüzüne saçılmamıştı.

İnsan aklını, ama özellikle solun aklını hedefleyen saldırı amansız oldu, ne kavram, ne akıl bıraktı.

Örneğin üretici güçler kavramı, ne kadar güçlü, ne kadar soyut ve ne kadar bütünü kavrayıcıydı.

Verili bir tarihsel dilimdeki insanı araçları ile ele alıyordu, bilen, üretim araçlarını üreten ve kullanan insanı.

Durdurulmaz olanı, sıçramalarla sürekli ileri atılan insanı.

Üretici güçlerin gelişme hızı sabit değildi, bazen hızlı, bazen yavaş, hatta bazen geriye doğru.

Gelişme hızını ve yönünü belirleyen tarihin belirli bir dönemindeki üretim ilişkileriydi, sınıflar, mülkiyet, sömürü mekanizmaları …

Yeni kurulan üretim ilişkileri üretici güçleri kamçılıyor, hızlı bir gelişme yaşanıyordu. Sonra tarihte öyle bir an geliyordu ki üretim ilişkileri üretici güçleri boğmaya başlıyor, köstek oluyordu. Böyle bir bunalım dönemi ancak yine insan iradesi ile, siyasi örgütlenmelerle, devrimlerle aşılıyor, üretici güçler kavuştuğu yeni toplumsal yapıda şahlanıyordu.

İçinden geçtiğimiz tarihsel dilimin en genel ve en kapsayıcı tanımını burada buluyoruz:

Kapitalizmin geldiği aşama üretici güçleri boğuyor, bırakın gelişme hızını azaltmayı, geriletiyor, tehdit ediyor.

Bu kavram seti bize birbirinden ayrıymış gibi duran bir çok olayı bir bütün ve ilişki içinde kavramamıza yardımcı oluyor.

Avrupa’nın bir çok ülkesinde gençlerin yarısının işsiz olması başka ne anlama gelir?

Ayaklanmaya yatkın Baltimore halkının gözden çıkarılması ile binlerce umutsuz göçmenin Akdeniz sularında boğulup gitmesi arasındaki bağlantıyı başka nasıl kurarız?

Düzen insanlara denizin dibini boylamakla üzerine çevrilmiş namlulardan başka bir şey sunmuyor.

Dince gericiliğin bu kadar yoğun kullanılması, bir zamanlar burjuva devrimlerinin anti-sömürgeci savaşlarla zafer kazandığı ve komünist partilerin belli bir güce ulaştığı topraklarda bugün gerici çetelerin bitmek bilmeyen katliamları başka nasıl bütüne yerleştirilebilir?

Türkiye’nin dünyanın en geri, en uşak ve hiçbir devrimden nasibini alamamış bir ülkesi olan Suudi Arabistan ile bir cinayet şebekesi yaratmak üzere askeri ittifak yapması başka nasıl açıklanabilir?

Eskiden burjuva politikacılarının bile bir düzeyi, bir ağırlığı vardı. Bugün ayağımızı bastığımız yerden bile daha aşağıdaki konumları bu boğulmanın işareti değil mi?

Dünyanın en yoğun nüfusunun barındıran Pasifik Asya’da savaş kışkırtıcılığı neyi anlatıyor bize?

Sermaye sınıfı bir gelecek vaat edemediği geniş emekçi yığınlardan kurtulmaya çalışıyor.

Aklımızı ve insanlığı korumanın biricik yolu Türkiye’de ve dünyanın her yerinde işçi sınıfının öncü partilerini güçlendirmekten geçiyor.

Onlar bizi bitirmeden biz onları bitirmeliyiz.