Boğazlar sorunu boğazlarına kaçacak

Boğazdan geçen bir Rus savaş gemisinin üzerinde roketatarıyla bir askerin gözükmesi büyük problem oldu. Burjuva medyası “Boğazlar Sorunu” etrafında gürültü yaparak döndü günlerce.

Oysa Reyhanlı’da, Suruç’ta, Diyarbakır ve Ankara’da kendi halkını bombalı saldırılardan koruyamamış bir siyaset iktidardayken çok doğal olarak muhtemel bomba yüklü bir tekneye karşı önlem almış olmalılar.

Bir bazukayla Türkiye’nin tehdit edilemeyeceğini herkes bilir ama Rus uçağının düşürülmesinden ve Rusya’nın uyguladığı ekonomik yaptırımlardan sonra Türkiye’nin elindeki kozlar hatırlatılmak istenmiş olmalı.

Boğazların, hele İstanbul Boğazının güzelliği olağanüstüdür. Buna karşılık emperyalizm çağında yapay veya doğal stratejik kanalları topraklarında taşıyan ülkelerin başı hep belada olmuştur. Panama Kanalı, Süveyş Kanalı, Çanakkale ve İstanbul Boğazları. Dediğimiz gibi iş coğrafyada değil, emperyalizm çağında burjuvazisinin ilkesiz, kaypak ve boyun eğici güvenilmez siyasetinde.

Osmanlı’nın Rusya’ya yenilgisi üzerine 1774’de imzalanan Kaynarca Anlaşması ile Rusya Karadeniz’de kıyı sahibi oluyor, Karadeniz’de gemi bulundurma hakkını elde ediyordu.

Böylece en başından itibaren Boğazlar Sorunu aslında Rus devletinin varlık ve yayılma sorunu ile belirlendi. Doğal olarak başta İngiltere olmak üzere bütün emperyalist devletlerin dahil olduğu, bazen savaşla sürdürülen karmaşık bir diplomatik oyuna neden oldu.

Burada tarih içinde bu oyunun bütün aşamalarını ele almak imkansız. Ancak bugün ilkokul çocukları bile Osmanlı egemenleri ile ittifak halindeki Türkiye burjuvazisinin emekçi halklara karşı ilk büyük günahı olan 1. Dünya Savaşı’na katılımın, Alman gemilerinin Karadeniz’e çıkmasına ve Rusya’ya saldırmasına izin verilmesi ile gerçekleştiğini biliyor.

Yine yüz binlerin biçildiği Çanakkale Savaşı, Boğazlar Sorunu’nun nasıl bir şekil alabileceğini bize gösterdi, öte yandan 1923 Devrimi’ni yaratan kadroların yurtseverlikle özgüveni harmanladığı bir savaş olmasının yanı sıra Çanakkale Boğazı’nın geçilememesi ve Rusya’nın yardımsız kalmasının Ekim Devrimi’ni kolaylaştıran faktörlerden bir olduğu da biliniyor.

Lozan görüşmelerinde Sovyetler Birliği’nin desteğine rağmen genç Cumhuriyet Boğazların kontrolünü eline alamadı ve askerden arındırılmış Boğazlar uluslararası denetime bırakıldı.

Ancak 1936’da yeni bir savaşın hazırlıklarının yapıldığı ve bütün kuralların fiili olarak aşıldığı bir ortamda Boğazlar Sorunu Montrö’de yapılan bir uluslararası toplantıda yeniden ele alındı. Montrö’ye göre Türkiye Boğazlara askeri olarak yerleşebiliyor ve egemenliği altına alıyordu. Yeni dengelere oynayan İngiltere’nin ve Sovyetler Birliği’nin açık desteği ile imzalanan anlaşma aynı zamanda Sovyetler Birliği’ni koruyan maddelere sahipti, örneğin barış zamanında Karadeniz’de açılacak yabancı filoların savaş gemileri sayı ve tonaj açısından kısıtlanıyordu.

Şimdi Türkiye’nin tekrar, blokların bir çatışmanın eşiğinde dolaştığı günümüzde, ilkesiz burjuvazisi ve onun kirli ve suça yatkın siyasi aktörlerince  Boğazlar Sorunu üzerinden bir felakete sürüklenme olasılığı var.

Montrö Anlaşması’nın eskidiği ve yeniden ele alınması gerektiği söyleniyor, ancak bu gerilimli ortamda böyle bir uzlaşma çok zor gözüküyor.

Olursa fiili durum olur.

Rusya’nın savaş gemilerinin engellenmesi şeklinde olmaz belki ama Ukrayna üzerinden kızışmış bir Karadeniz’e uçak gemilerinin de dahil olduğu NATO filolarının geçmesine göz yumulması olasılığını göz önünde bulundurmalıyız.

Bu sadece kendisini ve çocuklarını düşünenler için nesnelliği olan bir felaketin habercisidir.

Ama bir devrimci için, meşru olmayan, aklını yitirmiş ve teslim olmuş bir sermaye sınıfını iktidardan indirmek için olanak anlamına gelir.