Bir mektup ulaştı acılı anaya

Ermenek’te aşağıda mahsur kalan işçinin annesi feryat etti: “Oğlum yüzme de bilmezdi, suda ne yaptı acaba?” Günler sonra oğlundan bir mektup ulaştı:

“Anneciğim,

Sen merak etme burada yüzmeyi öğrendim. Arkadaşlarım da yüzüyorlar bu karanlık, soğuk, yerin 250 metre altındaki havuzda. Hiç yeryüzünde havuz görmemiştik ama yaşam öğretiyor.

Anneciğim, yüzme yeteneğim yoktu önceleri ama keşke başka yeteneklerim olsaymış diye düşünüyorum. Keşke daha önce sorular sorsaymışım ve onları yanıtlarını arayabilseymişim.

Örneğin anne, bu maden en başından beri bir ölüm madeniymiş ve patron bunu biliyordu. Nereye kadar giderse diye yaşamımız üzerinden bir kumar oynandı. Ve bunun gibi daha yüzlerce maden var, ya hiç işletilmemesi ya da işletebilmek için çok fazla yatırım yapılması gerekiyor. Zemberek kurulmuş ve binlerce işçi öleceği anı bekliyor.

Soru şu anne, bu ülkenin cumhurbaşkanı, ülkeyi 12 yıldır yöneten insan, bir zabıta memuru gibi insanların sigarasına bile musallat olan bu insan, madenlerde böyle bir ölüm kumarı oynandığını bilmez mi? Neden patronlar Soma’da, Ermenek’te onun bir şekilde yakını, destekçisi çıkıyor? Bu sorunun yanıtını bilmeyi çok istiyorum.

Sonra, anne, biliyorsun üç aydır ücret alamadık, aç sefildik aylar boyu, bu ölüm kumarına açlık içinde itildik. Ya o saray anne, biliyorsun, Cumhurbaşkanı’nın sarayı… Biz yoksulluk içinde, sonunda sadece ölüm olan bir tünelde ve iki odalı evimizde sekiz nüfus yanağımızı ısırıp otururken bin oda ne demek anne? Çocukların gözüne çaresizlikten bakamazken yüz milyonlarca lira diyorlar buraya harcanmış, bu nasıl iş anne?

Zaten başbakanken evinden bir türlü eritilemeyen iki milyon dolar çıkmamış mıydı? Bu para nereden geliyor? Bu zengin olma ve hesap vermeme ayrıcalığı ne anlama geliyor?

Anneciğim, biliyorsun, bir yoksul ne kadar yerine getirebilirse ben de o kadar dinimizin gereklerini yerine getirdim. Ama şimdi bu soğuk, karanlık ölüm havuzunda şüpheleniyorum. Yanlış anlama, Tanrıdan değil, bu adamların dindarlığından şüpheleniyorum. Bu işte bir sahtekarlık olmalı, bu kadar kötülük ile, bu kadar insan kanından beslenenlerin dostu olmayla dindarlılıklarının bir arada olmasına inanmıyorum artık. Kötü bir oyun gibi geliyor bütün yaşananlar. Biz ölüm mahkumlarının kuzu kuzu madene inmesine, bir yıldız yağmuru gibi inşaat iskelelerinden düşenlerin iskeleye tırmanmasına, tarlaya cesetleri kavun gibi saçılan mevsimlik işçilerin ellisinin bir küçük servise sıkıştırılmasına ve seçim günü geldiğinde ölüm tüneline girer gibi bu adamlara oy vermemize neden olan kötü bir oyun.

Son bir soru soracağım anne, bu ülkede yaşayanlar bu kadar kötü mü? Bütün bu yaşananlara, haksız ölümlere ve babasız, annesiz kalan çocukların acılarına bu kadar duyarsızlar mı? Herkes mi sadece kendi çıkarını düşünüp bu oyunu seyrediyor, zamanı gelince kendi çirkin rolünü oynuyor? Buna da inanmıyorum anne, bu ülkede bu soruların yanıtlarını bilenler olmalı. Neden onlara elimiz değmedi, yanımızdan geçtiler de biz mi görmedik, seslendiler de duymadık mı, neden kavuşamadık onlarla?

Bana kızma anne, sadece yoksul ve cahildim, kendimi koruyamadım.

Çocuklarıma bırakacak hanlarım, gemiciklerim, yağmayla elde edilen arsalarım yok. Çocuklarıma sorduğum soruları miras bırakıyorum. Bir işçi çocuğu için soru sorma yeteneği ve yılmadan yanıtlarını araması en değerli şey şu zamanda.

Hoşça kal canım hoşça kal.

Oğlun”