Bilim emekçileri bilimsel dünya görüşüne sahip mi?

Aziz Sancar ve Celal Şengör’e teşekkür borçluyuz, bize varolan düzenin içinde bilimin ve bilim emekçilerinin yerine ilişkin temel konuları hatırlattıkları için.

Daha önce bilim emekçilerinin bilimsel üretim sürecinin tümüne hakim olamadıklarını, bilgi mülkiyetinin şirketlere ait olması nedeniyle buluşlarının nerede ve nasıl kullanıldığını denetleyemediklerini ve bu durumun emeğin anlamını kararttığını yazmıştım.*

Bu yazıda ise farklı iki soruna değinmek istiyorum.

Bunların ilki, bilim emekçilerinin “Bilimsel Dünya Görüşü”ne sahip olup olmadıklarıdır.

Eğer bir lisans üstü öğrenciye bu soruyu yöneltirseniz,  “Evet, öyle olmalı” diye yanıtlar. Tabi ki öyle olmalı.

Ama yaşadığımız dünyadan bir kesit alıp gerçeğin ne olduğunu sorduğunuzda işler karışır.

Bu soruyu yanıtlamadan önce bize sosyalizm mücadelesinin armağanı olan ve içinden geçtiğimiz gericilik döneminde unutulmuş “Bilimsel Dünya Görüşünü” tanımlamaya çalışalım.

Doğanın ve toplumun hareketini açıklayan tüm bilimsel kuramların genellenmesi ile elde edilen bir düşünme yöntemi ve eylem kılavuzundan bahsediyoruz.

Ne yazık ki bilim emekçilerinin önemli bir çoğunluğu bundan yoksun yaşamını sürdürüyor. İstediği kadar araştırma yapsın, makale yayınlasın, ödüllerle onurlandırılsın durum değişmiyor.

Düzen bilim emekçisini istihdam ederken, onları kendi alanlarına sıkıştırıyor, bütünden koparıyor, dar bir alanda işe yarasın ama dünyada ne döndüğünü kavrayamasın istiyor.

Örneğin, çok iyi bir fizikçinin biyoloji alanındaki kendine has fikirleri dökülüyor, çok iyi bir biyolog toplumla ilgili önermelerde bulununca kulaklarınıza inanamıyorsunuz. Sosyal bilimcileri ise hiç karıştırmayın bu işe, düzen onlara farklı görevler yüklediği için çoğunlukla bilimsel dünya görüşünün dışına düşüyorlar.

Lafı uzatmayalım, Aziz Sancar muhakkak  çalışkan bir bilim emekçisi ama toplumla ilgili görüşlerinin, örneğin Türkiye’de ilk yaptığı işin Ülkü Ocakları’nı ziyaret etmesinin, Saray’a uğramasının, toplumsal ilerlemede neyin ileri, neyin geri olduğunu kavramış bir insanın davranışları ile alakası var mı?

Öte yandan Aziz Sancar Nobel ödülü aldığı için göze battı, yoksa “bilimsel dünya görüşü”ne sahip olma kriteri açısından çok sıradan bir örnek, kendisi gibi dünyada yüz binlerce bilim emekçisi yaşıyor.

Celal Şengör ise kesinlikle onlardan biri değil, onun bir fenomen olduğunu söylemeliyiz. Celal Şengör bütün “dürüstlüğü” ile kendi sınıfını, sermaye sınıfını bir kırılma olmadan yansıtıyor.

Onda sermaye sınıfının gaddarlığını, insana düşmanlığını, bencilliğini ve karşı-devrimciliğini çeşitli ideolojik örtülerle gizlenmemiş olarak bütün çıplaklığı ile bulabilirsiniz.

Kendisine kızmanın hiç alemi yok, aksine sınıfının özelliklerini bize bu kadar iyi gösterdiği için teşekkür etmeliyiz kendisine.

***

İkinci bir konuya değineceğim demiştim.

Nobel’in, özellikle Barış, İktisat ve bir ölçüde Edebiyat ödüllerinin, nasıl bir ideolojik tercihi yansıttığı eski ve çok iyi bilinen bir konu, buna değinmem Sol Portal okuyucuna haksızlık olur.

Ama bir başka noktaya, ödülün bir Kral tarafından verilmesine değinmek istiyorum. Daha doğrusu neden hiç kimsenin bundan rahatsız olmadığına.

Eşitlik ve özgürlük talebini öylesine boğmuş olmalılar ki Fransız Devrimi’nden iki yüz yıl sonra bu eşitsizlik, bu ortaçağdan kalma çirkinlik gözleri rahatsız etmiyor.

Şöyle bağlayayım:

Kralların, padişahların ve onların bugünkü sahibi sermaye sınıfının arkasına muhteşem bir tekme vurduğumuzda, bırakın bilim emekçilerini, liseden mezun olan herkes dört başı mahmur bir bilimsel dünya görüşüyle topluma karşı sorumluluk alacak.

Bugün insanlığın dibe vurmuşluğunun içinde olağanüstü bir tarihsel atılım gizil olarak varlığını koruyor.