Avrupa Birliği’nde yaşanan çelişkileri nasıl deşifre etmeliyiz?

Avrupa Birliği sınırları içinde geçen bir iki haftada deşifre edilmeyi gerektiren çok tuhaf söylemler oldu.

İlk olarak, Birinci Dünya Savaşı kurbanlarını anmak için buluştukları toplantılarda Macron ve Trump arasındaki atışmalara değinmeliyiz.

Ama önce şunu söyleyelim: Birinci Dünya Savaşı’nda acımasız bir rekabete giren Avrupalı tekeller ve onların devletleri bu kitlesel cinayetten sorumluydu. Hemen hemen aynı tekellerin sahipleri iktidardalar ve temsilcileri bir araya gelip katlettikleri işçiler ve köylüler için tören düzenliyorlar. Daha önce bu köşede Verdun ve Çanakkale’de nasıl bir mezbaha kurduklarına değinilmişti. 

Şimdi emperyalist sistemde Avrupalı devletlerin gücünün görece azalması onlara “kurbanları” için tören düzenleme hakkı vermiyor. Hele Macron düzenbazına, Paris’teki toplantıdaki “Milliyetçilik yurtseverliğe ihanettir” sözüne hiç hak vermiyor. Birinci Dünya Savaşı’nda Fransız milliyetçiliği bayrağı altında emekçi sınıflar savaşa sürüklenirken, bugün Avrupa’daki farklı ulusların sermaye sınıflarının çıkar birliğine işaret etmenin adı “yurtseverlik” oldu.

Ve Macron –muhtemelen Merkel sonrası AB liderliğine de oynayarak- Rusya’ya, Çin’e ve hatta ABD’ye karşı Avrupa’yı koruyacak bir Avrupa Birliği ordusu gerektiğini söyleyiverdi.

Şu vurguyu burada hemen yapalım. Avrupa’da yurtseverlik olarak yutturulmaya çalışılan AB milliyetçiliği üzerinden Avrupa’nın tek bir” güvenlik” ve tek bir “ortak çıkar”ından asla bahsedilemez. Her zaman sermaye sınıfının ve işçi sınıfının güvenliği ve çıkarları uzlaşmaz karşıtlar olarak bulunacaktır.

Trump, “AB Ordusu” lafını duyunca çok sinirlendi, önce “küstahlık bu” diye bağırdı, ama sonra danışmanları eline bir not tutuşturdular ve kendine göre kıvrak bir laf etti: “Eğer biz gelmeseydik, Almanca öğrenmeye başlamıştınız.”

İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa’nın Naziler tarafından işgal edilmesine gönderme yapmak istemiş olmalı.

Oysa gerçek bizim cephemizden bakınca çok farklı gözüküyor. İkinci Dünya Savaşı sadece bir paylaşım savaşı değildi ve dünyanın ilk sosyalist ülkesini siyasi haritadan silmeyi amaçlıyordu. Bu nedenle Fransız sermayesi ülkesini Almanlara bırakıp savaşmadan kaçmayı tercih etti. Fransa’da, İtalya’da, Yunanistan’da, Balkanlar’da, her yerde Nazilere karşı savaşanlar komünist partilerinin öncülüğünde emekçi sınıflar oldu.

Eğer ABD ve İngiliz emperyalizmi Fransa’ya, İtalya’ya ve Yunanistan’a çıkarma yapmamış olsaydı, bilmiyoruz kim hangi dili öğrenmeye heves ederdi ama bütün Avrupa’da sosyalizmin dili hâkim olacaktı. Her yerde işçi sınıfı yurtseverliği iktidara gelecek, bir dünya devrimine çok yaklaşılmış olacaktı.

Öte yandan bugün Avrupa’da işçi sınıfı siyasetlerinin bu akılsızların ağzını kapatacak güçte olmaması, sermayenin kendi içindeki çelişkileri biriktirmesine izin veriyor. Ortaya atılan sözlerin boşluğu bu çelişkiyi görmemizi engellememeli.

Bunun en iyi örneği ise geçen hafta eski Almanya başbakanı Schröder’in çıkışı oldu. Başbakanken ABD’nin Irak seferine Almanya’nın katılmasını engellemesi ile tanınıyor.

Schröder, ABD’nin Almanya büyükelçisi Grenell’e işaret ederek, “kendisini bir işgal gücü komutanı olarak görüyor, bize işgal edilmiş bir ülke gibi davranmalarını asla kabul edemeyiz” dedi. Ayrıca Almanya’nın çıkarlarının Çin pazarında yattığını ve ABD politikalarının bu ilişkiyi bozmasına izin vermemeleri gerektiğini söyledi. Schröder’in Alman tekellerinin bir fraksiyonu adına konuştuğu kesin, zaten Rus enerji tekeli Rosneft’in denetleme kurulu üyesi.

Buna karşılık Alman siyasetinde ABD ile ittifakı savunan başka siyasiler bulunuyor, örneğin Savunma Bakanı Ursula von der Leyen. Silahlanmayı ve ABD elçisinin önerdiği gibi, NATO bağlamında askerileşmeyi savunuyor. Bu arada ABD’nin Almanya’daki 33 bin civarındaki askerden oluşan birliklerini artırmaya devam ettiğini not edelim.

Emperyalist politikada bu çelişkiler birikirken, geçenlerde Alman ordusu içinde Alman siyasilere suikast hazırlığı içinde olan bir grup asker tutuklandı. Bu olay işaret ettiğimiz çelişkinin keskinliğine ve ultra siyasi araçların kullanılabileceğine işaret ediyor.

Avrupa işçi sınıfı hepsini birden tarihin çöplüğüne göndermeden önce emperyalist siyasetin iç çelişkileri etrafındaki tepişmeyi izleyeceğiz.