ABD ile normalleşmek mümkün mü?

Önümüzdeki hafta Küba ve ABD’de karşılıklı olarak büyükelçilikler açılacak. Elli yıldan fazla bir süredir iki ülke arasında büyükelçilik düzeyinde diplomatik bir ilişki olmadığı düşünülürse olayın önemi daha iyi anlaşılır.

Uluslararası ana akım medya bu olayı çarpıtarak “normalleşme” olarak sundu.

Oysa bir normalleşmeden değil, Küba’da sosyalizmi yok etmek için ABD’nin haydutça saldırılarına karşı bir kazanımdan bahsetmemiz gerekiyor.

Elçiliklerin karşılıklı olarak açılmasını sağlayan bir müzakere sürecinin yürüdüğü ancak masada sadece bu konunun olduğu söyleniyor. Ne ABD’nin Guantanamo’da Küba topraklarını işgal etmiş olması, ne sürüp giden ve Fidel tarafından bir soykırım girişimi olarak nitelendirilen ambargo, ne de ABD’nin Küba’da sosyalizmi yıkmak için ayırdığı fonlar ve girişimler masada. 

Müzakerelere katılan ABD tarafı, diplomatlarının Küba’da serbestçe dolaşıp dolaşamayacağını soruyormuş. Doğal olarak bugüne kadar serbestçe dolaşamıyorlardı. Kübalı yetkililer ise bu isteğe karşı, diplomatik ilişkileri düzenleyen Viyana sözleşmesinin bir ülkenin iç işlerinine karışmama ilkesini bir duvar gibi önlerine koymuşlar.

Önemli bir diğer nokta ise müzakerelerde Küba’nın hiçbir taviz vermemesi. Granma yazarı Sergio Alejandro Gomez, ironik bir şekilde “ Ne tavizi vereceğiz ki, ABD topraklarını işgal etmiş değiliz, ambargo uygulamıyoruz, rejimlerini değiştirecek girişimde bulunmuyoruz” diyor.

Raul Castro Ruz geçenlerde yaptığı bir konuşmada “Yeni politikanın Florida’dan 90 mil uzaklıkta sosyalist devrimin varlığını kabul etmek olduğuna ilişkin bir rüya görülmemelidir” demiş. 

Her ne kadar teorik olarak ABD emperyalizmi ile bırakın sosyalist bir ülkeyi herhangi bir bağımlı kapitalist ülkenin bile “normal” bir ilişki kurması mümkün değilse de, pratikte ABD’nin tasını tarağını toplayıp Guantanamo’dan çekip gitmesi, askeri girişimlerini ve karşı-devrimci etkiliğini sonlandırması, ticari ambargonun kaldırılarak karşılıklı yarar ilkesine dönüşmesi anlamında kullanılan “normalleşme” kavramı bir açıdan haklı. Çünkü bu ancak ABD emperyalizminin sonlanması durumunda gerçekleşebilir. ABD ya bir savaşta yenilmiş ve emperyalizmi sürdürecek gücünü yitirmiş ya da sosyalizm bu ülkeye de uğramış demektir.

Peki, neden büyük elçilik düzeyinde diplomatik ilişki kurulmasını risklerine rağmen bir kazanım olarak değerlendiriyoruz? Neden ABD yıllarca Küba’yı “teröre destek veren ülkeler” listesinde tuttuktan sonra böyle bir adım atmak zorunda kaldı? 

Özellikle 1990’dan sonra halkının yurtseverliği, örgütlülüğü ve Küba Komünist Partisi önderliğinin siyasi zekası sayesinde, ödenen bütün bedellere rağmen ayakta kalmayı ve sosyalizmi korumuş olmaları çok önemli. Bu yıl beklenen %4,5 civarındaki büyümeyi ülkelerin büyük çoğunluğunun rüyasında bile göremeyeceğini hatırlatalım. 

Küba’nın hemen bütün ülkelerle kurduğu yapıcı diplomatik ilişki ve dünya halkları ile dayanışması da ABD’yi bir yerde yalnızlaştırdı.

Öte yandan ABD emperyalizminin işlerinin iyi gittiğini söyleyemeyiz, eskisi gibi yönetemediği ve “arka bahçesinde” zorlandığı çok açık. Borçlandırarak esir alma, askeri darbe ve komploları yağdan kıl çeker gibi başarma çok gerilerde kalmış gözüküyor. Orta ve Güney Amerika ülkeleri bağımsızlaşıyorlar ve ekonomik açıdan bütünleştikleri bir süreci başlatıyorlar. Halkçı, solcu iktidarlar bu koşullarda ABD’ye direnebiliyor. Bunda emperyalizmin hegemonya krizinin etkisi de kendini gösteriyor. Çin ve Rusya ile olan karşılıklı ticari ilişkileri ABD önleyemiyor.

Bu gelişmelerin otomatik olarak sosyalizme zemin hazırladığını sanmak büyük bir yanılgı olur. Eğer Küba bu koşullarda yelkenini şişirebildiyse bunu kendi iradesi ve sosyalizme inancıyla gerçekleşmiştir.

Sonuç olarak bir “normalleşmeye” değil, Amerika kıtasında ve Küba’da sınıf mücadelelerinde yeni bir evreye gözümüzü dikmemiz gerekiyor.