İki yüz binbir surat – 2

Erbil Tuşalp'in “İki yüz binbir surat - 2” başlıklı yazısı 12 Şubat 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

DAHA NE KADAR: Yağmasa da gürlüyor. Aklına geldiği gibi değil, cama geldiği gibi konuşuyor. Belli ki “lafın ucu” nereye gider endişesinden uzak. Yazıcısı sağlam. Güven içinde. Üstelik “atma Recep” diyen de yok. Tam tersi dünürün tivisinden, damadın gazetesinden, ondan bundan şundan “at martini dağlar inlesin” desteği, sağolsunlar, hiç eksik olmuyor.

Francis Ricciardone’nin ısmarlama eleştirisinden sonra dili çözüldü:

“-Biz 76 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak, başı öne eğilecek bir millet asla değiliz” demez mi.

Daha ne kadar eğilsin başımız, toprağa mı değsin?

***

SÖYLEMESİ BENDEN : “Türkiye kendisine istikamet çizilecek bir ülke değil” diye başlayıp “ hiçbir ülkenin, hiçbir kurumun, hiçbir örgütün üzerimizde ahkam kesmesine, irademize yön vermesine asla müsaade etmeyiz” diye bitirince, günah benden gitti.

Çağdışı ve kaba olan bu beyin yıkama yöntemi, karşıt olanı ürkütüp korkutuyor olsa da acaba susturuyor mu? Tam tersi oluyor, insanı coşturuyor, bileyip iki yüzü keskin bıçak yapıyor. Söylemesi benden toplumsal patlamaların önemli nedenlerinden biri de bu tür baskılar oluyor.

Bir de şu var insanı aptal yerine koymanın “terbiye dışı” bir davranış olduğu unutulmasın. Hele hele Kasımpaşalılık, asla terbiyesizlikle karıştırılmasın.

***

ŞAMAR OĞLANI: Ülkenin emperyalizme nasıl teslim olduğu ortada? Yeşil Kuşak çocuklarının önce Ilımlı İslam militanı olması, daha sonra BOP’un peşine takılması kendiliğinden mi oldu?

Tarımı toprağa gömmeyi madenleri peşkeş çekmeyi ormanı, limanı, fabrikayı, dereyi, gölü özelleştirmeyi kamu mallarını satmayı önermek “iradeye yön vermek” değilse nedir?

Dokunulmazlık dosyalarındaki yüz kızartıcı eylemleri suç olmaktan çıkartan yasa değişikliği yapman mali af yasalarıyla devlet erkanının borcunu silmek için “maliye bakanına istikamet çizen” kim?

Yargıtay ve Danıştay’ın kaldırılması Anayasa Mahkemesi’nin yasa denetimi yapmaması idarenin hukuka aykırı işlemlerine karşı dava açılamaması kulağınıza fısıldanmış bir öneriden öte, bir okyanus ötesi buyruk değil mi?

Türkiye söylendiği gibi “yargı sistemlerine, içişlerine burun sokulacak ülke değilse” Anayasa çalışmalarının okyanus ötesine götürüp Amerikalı hukukçulara “danışılmasını” yasa taslaklarının “görüş almak” için ABD büyükelçiliklerine fakslanmasını polisin “Amerikan büyükelçisine brifing vermesini” kim, nasıl açıklayabilir?

Adalet Bakanlığı’nın koridorlarında dolaşan Amerikalı uzmanlar neyin nesi?

Türkiye madem “hiç kimsenin şamar oğlanı değil” o zaman niçin savaşan askerinin başına çuval geçirilmesinden sonra ABD’ye nota vermekten kaçınıyor? Ya da “Habur Sınır Kapısı’na alternatif bir sınır kapısı açarken bile, neden ABD’ye danışma ihtiyacı duyuyor” veya “parasını vererek satın alınan silahların kullanımıyla ilgili anlaşmalara şerh konulmasına neden göz yumuyor?”

***

MAL MEYDANDA: Dağları inleten martin “Sabrımız, tahammülümüz, hoşgörümüz, uysallığımız, yumuşak başlılığımız hiç kimse tarafından yanlış anlaşılmasın” gözdağıyla ateşleniyor. Mal meydanda olunca Türkiye’nin “yanlış anlaşılması” zorlaşıyor.

Milletvekilleri, siyaset adamları, bilim insanları, yazarlar, gazeteciler, avukatlar, öğretmenler, öğrenciler niye içeride, nasıl yargılanıyor? Kim hasta, kim sağlam bilen var mı?

Hırsızlar, vurguncular, soyguncular, dolandırıcılar, kara paracılar, kalpazanlar, rüşvetçiler, zimmetçiler niye dışarıda, neden yargılanmıyorlar anlayan var mı?

Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları, ordu komutanları, donanma komutanları, kolordu, tümen, tugay, alay komutanları, albaylar, yarbaylar, binbaşılar, yüzbaşılar yüzlerce asker niye tutuklu?

Okyanus ötesinde planlanıp, imamın ordusu tarafından gerçekleştirilen bu operasyonun perde arkasını bilen var mı? Donanma limanda, uçaklar hangarda, tanklar garajdaysa yaşananın adı ne?

Çürüme mi, çökme mi, dağılma mı, çözülme mi, değişim mi, dönüşüm mü?

Bu ne bu?