Halkın diktaya içten desteği

Erbil Tuşalp'in “Halkın diktaya içten desteği” başlıklı yazısı 19 Şubat 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

KÖR BİR BARBARLIK: Geriye dönüp eski yılları çağırmanın bir nedeni var. Geçen yüzyılın ayıplı Almanyası’nı didikleme gereği, benzer sürecin bugün Anadolu yarımadasında herkesin gözü önünde “birebir örnekleri” ile yaşanıyor olmasından kaynaklanıyor. Bu saatten sonra, korkunun ecele çare olmadığını bilerek sorup soruşturmak boyun borcu oluyor:

20. yüzyılın yüz karası Nazi utançları 21. yüzyılda Türkiye merkezli Ortadoğu’ya nasıl bir pazarlıkla, hangi katkılarla, kimlerin işbirliğiyle taşındı, kopyalandı?

Ortadoğu’nun Orta ve Uzak Asya’nın mazlum halklarının bir kez daha emperyalizm tuzağına düşürülmesinde “din ve inanç soslu psikolojik savaş” neden ve nasıl en etkili operasyon silahlarından biri oldu?

Bu soruların yanıtı “1934 yazında Almanya’ya giden” gazeteci William L. Shirer’in ilk izlenimlerinde saklı:

“Almanya’da bir yabancıyı şaşırtacak ve üzecek çok şey vardı. Almanlar özgürlüklerinin ellerinden alınmasına, büyük bir kısmının kültürlerinin yok edilmesine ve bunların yerine kör bir barbarlığın geçmesine aldırış etmiyor gibiydi. Nazi terörü ilk yıllarda az sayıda Almanı ilgilendiriyordu. Almanya’ya yeni gelen bir gözlemci, bu ülke halkının kaba ve yaman bir diktatörlüğün yumruğu altında öküz gibi güdüldüğünün farkına varmadığını görünce şaşırıp kalıyordu. Ve Alman halkı bu diktatörlüğü içtenlikle destekliyordu.” (sayfa 228)

***

DEĞİŞMEZ KILAVUZ: Eğitim Nazi iktidarının en önemli silahlarından biriydi. Hitler “karşıtlarına” güç gösterisi yaparken “Sen kim oluyorsun çocuğun artık bizim. Senin günün geçti, çocukların şimdi yeni bir dünyada yaşıyor. Kısa süre içinde onlar bu toplumdan başka hiçbir şey bilmeyecekler” diyordu. (sayfa 244)

S. A üyesi öğretmen Bernhard Rust, Bilim, Eğitim ve Halk Kültürü Bakanı olarak atandıktan sonra, Alman okulları ilkokullardan üniversitelere kadar, son hızla Nazileştirildi.

Okul kitapları yeniden yazıldı ders programları değiştirildi “Kavgam” eğitimcilerin değişmez kılavuzu oldu bu ışığı göremeyen öğretmenler kovuldu. Bütün öğretmenler, resmi parti üyesi olmasalar bile, duygu bakımından aşağı yukarı birer Nazi olmuştu.

Anaokulundan üniversitelere kadar öğretmenlerin hepsi Nasyonal Sosyalist Öğretmen Birliği’ne girmeye mecburdu. Öğretmenler memur sayılarak “ırk kanunları” uygulamasına alınmıştı. Bütün öğretmenler ‘Adolf Hitler’e bağlı kalacaklarına ‘yemin etmişti. S. A’da ve Hitler Gençlik Örgütü’nde hizmet etmeyenlerin öğretmenlik yapmaları yasaktı. Üniversite öğretim üyesi olmak isteyenler, önce altı haftalık bir gözlem kampına katılıyor, Nazi uzmanlarının vereceği “güvenilir” raporlarına göre lisans alıyordu. (sayfa 245)

***

BİLİM TARİHİ LEKELERİ: “Bu aşırı Nazileştirmenin” Alman eğitiminde ve bilimine yaptığı olumsuz etki, gülünç sonuçlarıyla kısa sürede ortaya çıktı. “Nazilerin elinde bulunan Üniversite Öğretim Üyeleri Birliği, kimlerin Nazi kuramlarına göre neler öğreteceğini” kesin olarak belirliyordu. Ünlü Berlin Üniversitesi’nin rektörlüğüne “hücum taburlarından gelen” bir veterinerin getirilmesiyle, karanlık dönem başlıyordu:

“Fizikte Einstein ve Franck, kimyada Haber, Wilistatter ve Warburg gibi büyük bilim adamları işlerinden atıldı. Üniversiteler’de 2800 profesörün işine son verdi. Arasında ünlü operatör profesör Sauerbruch, sanat tarihçisi Pinder ve varoluşçu filozof Heidegger’in bulunduğu 960 kişi, kürsülerinde kaldı. Ve açıkça Hitler’i ve Nasyonal Sosyalist rejimi destekledi.

Bu durumu ‘Almanya’nın namuslu bilim tarihini lekeleyen bir fahişelik sahnesi’ olarak niteleyen Profesör Roepke ‘Alman üniversiteleri bütün güçleriyle bilginin ve demokratik devletin ortadan kaldırılmasına açıkça karşı koyacak zamanları olduğu halde bunu yapmadı. Zulmün her yanı kararttığı gecede özgürlük meşalesini yanık tutmaktan korktu’ diyordu.” (sayfa 247)

***

Bu örnekler, insana sahte demokrasiden gerçek diktatörlüğe geçişin ipuçlarını veriyor.