İktidar dağılırken toparla(n)ma çabaları

AKP iktidarı dağılıyor. Öte yandan, Tayyip Erdoğan ve yakın çevresinin bunu görecek hali yok. Yiğit Bulut, Yalçın Akdoğan gibilerince kuşatılmış olan Erdoğan sorunu her gün daha çok mağduriyet edebiyatı yaparak, yakası açılmadık komplo teorilerinden medet umarak çözeceğini düşünüyor. Erdoğancı basının önemli bir kesimi de bu tavrı destekliyor. Onlar da kah koltuğu sallanan Erdoğan’ı dünya lideri ilan ederek, kah Türkiye sağının iliklerine kadar işlemiş olan Yahudi düşmanlığını kullanarak iktidarın çöküşünü aslında hızlandırıyorlar.

Ancak kendileri de komplo teorilerinin ve sızlanmaların yetmeyeceğini sezdikleri için bir taraftan da tutunacak dal arayışındalar. Balyoz ve Ergenekon davalarında yapıldığını yeni fark ettikleri haksızlıklar üzerinden Kemalistlere ve orduya, iki buçuk senedir göz yumdukları milletvekili tutuklukları üzerinden Kürt hareketine jestler yapmaya çalışıyorlar. Genelkurmay yapılan jesti karşılıksız bırakmayıp hemen orduya kurulan kumpasla ilgili suç duyurusunda bulundu ancak şimdilik bu girişim boşa çıktı. Kemalistler henüz net bir tavır almadı bu cenahtan özellikle -sanki biraz fazla enerjik gözüken- Metin Feyzioğlu’nun girişimlerine dikkat etmek lazım. Kürt hareketiyse Haziran’dan bu yana benimsemiş göründüğü ‘hele şu hengame bir geçsin bakalım’ tavrını sürdürüyor.

Erdoğan, yakın çevresi ve Erdoğancı gazeteciler süreci büyük bir beceriksizlik içerisinde götürüyorlar. Mesela Yalçın Akdoğan can havliyle dile getirdiği “kumpas” lafzının altında ezilmiş durumda başdanışman geri adım atmasına rağmen durumu bir türlü toparlayamadı. Burhan Kuzu fişleme tartışmaları daha çok yeni yapılmış ve iktidar bunları kesin olarak reddetmişken 2000 kişilik bir listeden bahsetmekte beis görmedi. Kimi yandaş yazarlar cemaate vurmak için kendi iktidarlarının en önemli meşruiyet kaynaklarından biri olan ‘askeri vesayet’le mücadeleden yarım ağızla bile söz etmiyorlar. Başbakanın komplonun kaynaklarından biri olarak gösterdiği ‘Cehape’den yardım dilenen yandaşlar bile var!

Bu ortamda AKP’nin daha ‘akil’, daha ‘sakin’, daha bir ‘devlet adamı’ olduğu düşünülen -ya da kendini öyle addeden- isimlerinin öne çıkması tesadüf değil. Bülent Arınç’ın düzenlediği basın toplantısı kendi ‘özgül ağırlığını’ AKP’deki paniği azaltmak için kullanma niyetinden kaynaklanıyor. Arınç’ın sosyal medya yoluyla olayı sürekli gündemde tutan partililerini eleştirmesi, özellikle de büyük hatalar yapan Akdoğan ve Kuzu’ya fırça atması tesadüf değil. Arınç aynı konuşmada af konusunun gündeme getirilme biçiminin yanlışlığına da değinerek Kemalistler ve Kürtlere yönelik açılımların bu kadar alenen ve beceriksizce yapılmasından duyduğu kaygıyı da dillendirdi.

İktidar çevrelerinde yaşanan paniği durdurmaya çalışan diğer bir isim Cemil Çiçek oldu. Ömrü bakanlık ve meclis başkanlığı yapmakla geçmiş Çiçek’in böyle bir devlet meselesine müdahil olmaması düşünülemezdi. 2008-13 arasını nerede geçirmiş olduğu merak edilen Çiçek yargı bağımsızlığının ortadan kalkmış olmasından dolayı hayıflanıyor. Dahası, yıllarca tutuklu milletvekilleri mesesinde Erdoğan’ın sözünden çıkmayıp işi sürüncemede bırakan o değilmiş gibi, ‘bu böyle gitmez, bu işi nihai olarak çözelim’ diyor. Elbette AKP’nin yeni operasyonlarla karşı karşıya kalmasını önleyecek ve mevcut HSYK’yı tasfiye edecek bir paketin parçası olarak. ‘HSYK iktidarımıza karşı yapılmak istenen, inter-galaktik şer odaklarınca planlanmış bir darbenin odağıdır’ diye bağırmaktan daha akıllıca olduğu açık.

Bu ‘devlet adamı’ atağı karşı cenahta da yankı buldu. Deniz Baykal durumdan vazife çıkararak çeşitli ‘temaslarda’ bulundu. Öyle ya, zaten epeyi yıpranmışken bir de cemaatin son sillesiyle tepetaklak yuvarlanmakta olan iktidara yardım eli uzatmak için kendi de cemaatin kurbanı olan ve seneler önce Erdoğan’ı bir başka zor durumdan kurtaran Baykal’dan uygun kim olabilirdi? Gerçi Erdoğan’ın daha iki yıl önce Baykal’ın malum video kaydı için “bu özel değil, bu genel, genel. Bu genel bir ahlaksızlıktır ” dediğini unutmamız gerekiyor ama bu zor zamanlarda o kadarı görmezden gelinebilir. Yandaş medyada Baykal övgüleri başladı bile, daha ne olsun!

Tüm bu devlet tecrübesi jargonunun, devlet adamı pozlarının AKP’yi bırakın kurtarması, rahatlatması bile mümkün değil. Ne Baykal’ın CHP içinde bir ‘özgül ağırlığı’ var artık, ne de yıllarca hem Erdoğan’ın her dediğine evet diyen, cemaatin yürüttüğü davaları gönülden savunan, milletvekillerini hapisten çıkarmak gibi toplumsal meşruiyeti yüksek bir işi bile beceremeyen Arınç, Çiçek ya da Mehmet Ali Şahin gibilerin söyledikleri geçer akçe olabilir.

Aslında Haziran Direnişi’nden beri görünen şu ki, AKP iktidar modelini şu ya da bu biçimde devam ettirebilecek tek aktör Abdullah Gül. Erdoğancılar bu senaryoyu gündeme getirmemek için çok uğraşsa da AKP iktidarında altın çağlarını yaşayan İstanbul burjuvazisinin ve İslami sermayenin tek gerçekçi umudu Erdoğan’ın kenara itildiği ve Gül’ün dümene geçtiği bir yapı. Gül en az iki yıldır aynı stratejiye sadık: durumu idare ederek, memlekette olup bitenler hakkında net bir tavır almayarak Erdoğan’ın yıpranmasını bekliyor. Nitekim Gül 17 Aralık’tan sonra da topa girmeyerek aynı rolü oynayacağını gösterdi.

***

‘Gelin itiraf edelim’, AKP-cemaat koalisyonunun çözülüşünü, AKP iktidarın yavaş ölümünü izlemek çok eğlenceli. Danışmanların vahim hatalarını, yandaşların paniğini görmek AKP’nin ülkeye ve emekçilere ne denli zarar verdiğini bilen, Haziran’da sistematik polis şiddetine maruz kalmış bizler için az şey değil. Öte yandan yoğun gündemde çok öne çıkmayan iki olay bu tarz bir rehavetin sosyalistler için lüks olacağını gösteriyor. Kamu denetçisinin (ombudsman) Haziran’la ilgili raporu yayınlandı ve raporda polislerin orantısız güç kullandığı iddiaları reddedildi. Savcı Muammer Akkaş’ın (evet, o savcı) hazırladığı iddianamede de polislerin orantısız güç kullanmadığının altı çiziliyor. Hükumetin atadığı ombudsman ile yolsuzluk operasyonunun meşhur savcısı savaşın ortasında Direniş karşıtlığında buluşuverdiler demek ki.

Çekirdekler bittiyse artık topa girmemiz lazım.