Vizyon

“Hemşerleriiim! Hepnizi zaygııı ve sevgiyleeen selamlıyooom!”

Halkım, Demokrat Parti döneminden başlayarak elinden geldiğince her köye, kasabaya uğrayarak, uğradığı her yerdeki yurttaşlarla hemen “hemsehri” olarak, hâttâ bazıları yöre ağzını da taklit etmeye çalışarak seçim nutukları atan politikacılara alışıktı. Her seçim öncesi, yöresine göre elinde bir “vaat listesiyle” dolaşan, her nabza göre şerbet vermeye çalışan, önemli bölümünün kafası, seçim listesinin neresinde yer alacağına dair hesaplarla dolu sayısız politikacı... Kimi o köye yol, su getirecek, kimi elektrik... Kimi köylünün ürününü hak ettiği fiyattan satmasını sağlayacak, kimi yörede işyeri açacak... İşkembeden attıktan sonra, oradaki beklentilere göre, aklına ne gelirse söyle. Önemli olan, dört yılı kurtarmak. Sonrasını sorarsan, kendi kendine mırıldanacağı sözcükler de belli: “Sonrası Allah kerim...” Doğru ya, ne elini tutan var, ne dilini. Nasıl olsa, ardından hesap sormaya kalkacak olanların da sesini duyurma olanağı yok.

Yine de belli bir çabayı gerektiriyordu o yıllarda politika yapmak. Öyle ya, halkın isteğine uygun sözler verebilmek için, bir nebze de olsa, her bölgedeki halkın nabzını tutacaksın. Ne istediğini, yumuşak karnının nerede olduğunu bileceksin. Bileceksin ve ona göre, çok palavraya kaçmaksızın öylesine söz vereceksin ki, dengeyi tutturacak ve inandırıcı olacaksın.

Şimdi kural değişti. Artık, hemşerilerini saygı ve sevgiyle selamlayan da neredeyse kalmadı. Herkes Allah’ın selamıyla başlıyor lafa. “Es selâm-ın aley kûm!” ve ardından da “Allah’ın izniyle... İnş Allah... Ku’an üstüne el basarım ki...”

Aslında, değişen sadece hitap şekli değil. Ve işin en can alıcı yanı da burada. Giderek halkın istek ve beklentileri önemini yitirdi. Her bölgede hangi sorunların öne çıktığı, yaşamsal önem taşıdığı falan hiç kimseyi ilgilendirmiyor. Artık verilen sözlerin, halkın, sıradan insanların acil istekleriyle, her bölgenin kendine has sorunlarıyla uzak yakın ilişkisi yok. Verilen sözler, gösterilen hedefler tümüyle başka bir içerik kazandı: Ülke çapında emperyalist odakların, ülkeyi talan ederek kasalarını dolduran sermaye gruplarının çıkarlarından bahsediliyor. Her fırsatta halka vaat edilen, Allah’ın izni..., verilen de Allah’ın selamı! Ve onların arkasında da, önünde hiçbir engel tanımazsına hedeflenen “vizyonlar”!

Hiç kimse, bu vizyonların hangi sorunlara ne çözüm getireceğini bilemiyor. Somut konuşalım: Giderek hakları kısıtlanan ve reel geliri düşen işçilerin, yeni baştan alım gücünü yükseltecek mi? İşçilerin haklarını genişletecek, iş güvencelerini sağlamlaştıracak mı? Çalışma koşullarını iyileştirecek, işyeri güvenlik önlemlerini arttıracak mı? Ülkeyi kasıp, kavuran işsizliğin yılgınlığa düşürdüğü milyonlarca işsize işyeri açacak mı? Yaşam alanlarını tümüyle kaybederek kentlere yığılmak zorunda kalan köylülere toprak ve iş verecek mi?Yok edilen tarım ve hayvancılığı yeni baştan canlandıracak mı? Son nefesiyle mücadele etmeye çalışan küçük ve orta çiftçinin, hayvancının ürününü adil fiyatlarla satmasını sağlayacak mı? Bu insanları tefecilerin elinden kurtaracak mı? Tohumluk, yem ve gübre alımından başlayarak, bu üreticilerin tekellerin tutsağı olmasını engelleyecek mi? Cebinde diplomayla boş dolaşmak zorunda kalan gençlerin taze bilgilerini yaşama geçirmesini sağlayacak alanlar açacak mı? (Burada bilerek demokrasiden, özgürlükten falan bahsetmiyorum.)

Bu ve halkımın bir nefeste sıralayabileceği sayısız sorunun yanıtı hep aynı: “Allah’ın izniyle...”, “Başörtüsü...”, “Din dersleri...”, “Şehitlerin ardından dökülen gözyaşları...”, “Libya’da, Suriye’de falan demokrasiyi tesis etmek...” Tabii durmadan ortaya çıkan yeni komplolar, davalar, tutuklamalar falan filan. Ve de... Varsa yoksa, kime hizmet ettiği belli olan birilerinin, kime hizmet edeceğini gözlerden gizledikleri “Vizyon”!

Aslında “vizyon” sözcüğü tam yerine oturuyor. Çünkü, halkın gözünü boyamak için kullanılan bu kavram yabancı kökenli bir sözcük olmasının ötesinde, geçekten de yabancı kökenli bir stratejinin ürünüdür. Uluslarüstü sermaye gruplarının ve onların dünyanın hakimiyetini gerçekleştirecek güç odaklarının ülkemizdeki ve bölgedeki çıkarlarını içermektedir. Dolayısıyla, emperyalizmin yerli ortaklarının durmadan halkıma hedef gösterdiği bu “vizyon”, hem biçim, hem de içeriği bakımından halkıma yabancıdır!

Bu “vizyon”da neler var? Kâr hırsıyla gözü dönmüşler beyinlerinde neyin hayalini canlandırıyorlar? Çok fazla sorgulamaya, uzun uzadıya araştırmaya gerek yok. Şu anda yürüdükleri yola ve sırasıyla yapmaya başladıkları işlere bir göz atmak yetmez mi? Adım adım uygulamaya başladıkları işleri, hiçbir engel tanımaksızın tüm ülke sathına yaydıkları ve tartışılmaz bir sistem haline getirdikleri gün, sıklıkla bahsettikleri ve halkımın gözünü boyadıkları o “vizyon” da gerçekleşmiş olacak.

Ve böylece...
- Tüm yeraltı ve yerüstü zenginlikleri -madenleri ormanları, akarsu ve gölleri, zeytini, tütünü, pamuğu ve fındığı, ekilebilir geniş ekim alanları, küçük ve büyük baş hayvancılığı tekelci sermayenin (dolayısıyla emperyalizmin) yağmasına terk edilmiş bir coğrafya!
- Yurttaşlarının en temel gereksinimlerini karşılamakla yükümlü olması gereken devlete, hava ve deniz limanlarının, ulaştırmanın, iletişimin, enerjinin vb de ötesinde, eğitim, sağlık, gibi kâr getirebilecek tüm alanlardan temelli el çektirilmiş ve tekelci sermayenin (dolayısıyla emperyalizmin) özel mülkiyetine geçirilmiş bir ülke!
- Özellikle genç işgücünün, üretim ve hizmet sektörlerinin her alanına hakim kılınmış tekelci sermayenin (dolayısıyla emperyalizmin) ucuz işgücü haline getirilmiş tutsak bir halk!
- Ordusu emperyalist saldırı paktlarının emrindeki bir vurucu güç haline getirilmiş polisiyle, yasama ve yargı mekanizmalarıyla da tek görevi halk yığınlarını ağır bir disiplin ve baskı altında tutmaktan ibaret kalmış otokratik (belki başkanlık sistemiyle yönetilen) bir devlet!
... Yaratmış olacaklar!

Kolay mı böylesi dev bir projeyi 70 milyonu aşkın bir halka rağmen gerçekleştirmek?

Tabii ki çok, ama çok zor. Çünkü 70 milyonu aşkın halkımın çok büyük bir kesimi işçidir, emekçidir, yoksul köylüdür, işsizdir, her geçen gün biraz daha varlığını yitirmekte olan orta katmanların en alt tabakalarında yer alan insanlardır. Ve bunlar ya hepten yoksuldurlar yada yoksulluk sınırında yaşam mücadelesi vermektedirler. Dolayısıyla, her türden demagojiye karşın, yaşamın gerçek ve acımasız yüzünü tanımaktadırlar. Bunlara bir de ülkenin Komünistlerini, Sosyalistlerini, vicdan sahibi aydınlarını, Sol’da yer alan tüm güçleri ekleyecek olursak, ortaya hiç de yabana atılamayacak bir engel çıkar. Peki “vizyon” sahipleri bu engel nasıl aşılacak?

İşte burada da “vizyon”u gerçekleştirmenin ideolojik temeli ve politik hedefi öne çıkıyor: “Ve esselam-ün âleyküm!” Artık eski dönemdeki gibi köylüye yol, su, elektrik, traktörden falan bahsetmeye işsize iş, üreticiye bilmem ne sözü vermeye gerek kalmadı. O devir çoktan geçti. Yığınlara din dersi vermek, soru sormaya kalkanı Allah’la korkutmak yetiyor. Kendi yaşamlarını iyileştirmeye, daha geniş haklar elde etmeye çabalayanların tüm istemleri Allah’a havale edildi. Her sorunu dinle ilintilendirerek demagojilere, safsataya boğmak genel geçer politik yöntem haline getirildi. Grev hakkı yok, başörtüsü ve tesettür var! Okul yok, cami var! Bilimsel eğitim yok, üç kere dört yıl din eğitimi var! Laiklik yok, (dil sürçmesiyle) din birliği var! Ve sonul olarak, sevgi ve hoşgörü yok, kendine benzemeyen her şeye ve herkese duyulacak kin var!

Eğer bu “vizyon” sahipleri yaşamın her alalına yatırım alanı, doğada ve toplumda var olan tüm değerlere de alınıp, satılacak mal gözüyle bakıyorsa... Yakında ellerinde Kuran-ı Kerim’le seçim gezilerine çıkarlarsa, seçim sloganları yerine pankartlarına ve afişlerine “Hadis-i Şerîf’ten seçmeler” yazarlarsa, sakın ha, sakın şaşırmayalım.

Onların “Vizyon”u, ideolojik, politik ve ekonomik alanlarda ışık geçirmez bir karanlıktan ibarettir. Birileri ülkemi hayalini kurdukları karanlığa doğru itelerken, sanki o karanlık da kendiliğinden hızla üstümüze doğru geliyor. Ama durun! Benim de geleceğin ufuklarına dair düşünce ve hayallerim var. Ve bu konuda az inatçı değilim! Onun için de, yazımı o karanlığı deleceğine inandığım aydınlığa seslenerek bitirmek istiyorum:

Komünistler! Sosyalistler! Halkımın Solcu, devrimci güçleri! Bilinçli işçiler! Bulundukları doğayı korumak için birleşerek mücadele eden, kooperatifler kurmaya çabalayan az topraklı, topraksız köylüler! Tekellerin, özelleştirmelerin işyerlerini yok ettiğini fark eden işsizler! Yoksul fakat namuslu inanç sahipleri! Ve ülkemin boyun eğmeyen aydınları, bilim insanları!..